Gecenin büyüsü inince gökyüzünden yeryüzüne, turuncu yağmurlar yağar çimlerin üstüne. Mavi yaseminlerin gölgesinde beklerler yağmur damlacıkları, ertesi gün onları kovasına dolduracakları.
Kelebeğin kanadına takılan cıvıl cıvıl renkler uyurlar bulutların içinde, sabahı beklerler çocuğun bahçesine konmak, onun hayallerine eşlik etmek için…
Mercanlar güneşin keyfinde, minik çocuk onların peşinde. Annesine armağan eder özenle topladığı mercanları, minicik avucunun içinde.
Kara sinekler uçuşur etrafında, hışımla söylenir, kızar onlara…
Gecenin içinden rüzgarlar üflenir ağaçlara, begonviller nazlı nazlı düşer yere, yemyeşil çimlerin bağrında uyurlar, sabah olunca çocuğun başının üstüne konarlar. Morlar da kurular da kovanın içine…
Kırılgan yaseminler, dolar kokusu ta içine, oh mis! Hazırdırlar bu çiçek şenliğinde yer almaya… Sabahleyin küçücük parmaklarıyla bir tanesini alır, sadece annesinin siyah saçlarına kondurmak ister, ona sadece ona… Yaseminler ne kadar anlamlıdır aslında, bilmez ki …
Yaşlı adam, çocukluğunda yaseminlerin tek tek toplanıp çamların dikenlerine konulması suretiyle yapılan Yasemin buketlerinin artık olmadığını düşünür… Başucundan eksik etmez onları, sevdikleri için her sabah toplar avucunun içinde koklar, koklar.
Gece minik toplar çamlardan dökülür, onlar da hop kovanın içine…
Cırcırlar, cır cır cır cır …. Kara gözleri dikkat kesilir yerlerini bulmaya çalışır. Bilmez ki yaşlı adam öğle uykusuna yatmıştır, cırcırların türküsünde, çocukluk, gençlik yılları, bin bir güzel hatıra saklıdır, dua eder susmasınlar diye.
Uzaklarda bir yerlerde dolaşan kara siyah köpek havlar, diğerleri, sahiplerinin güvenli yataklarında uzanan beyazlar, yani şanslı olanlar, geri kalmaz, sessiz sokağın karaltısında uyandırırlar yaşlı adamı… Pencereyi kapatır, tekrar uyumaya çalışır. Bir bir giden dostlarını anımsar yeniden. Rüyasında beraber olmayı umut ederek gözlerini sıkıca kapatır.
Çocuk arabadan inerken sabahın aydınlığında, beyaz köpekle tanışmak için yaklaşır bahçe parmaklıklarına, el sallar da sevecenlikle havlar karşılığında…Hav hav!
Gece uzun, gece yalnız… Tıkırtılar, tık, tık tık… Yaşlı adam derin uykudadır duymaz…
Uyuyamayanlar tanır bu sesleri sadece.
Bir de yatağında annesini bekleyen çocuk.
Siyahlar çekilip, gün ağarınca,
Kırmızının siyaha olan aşkıyla Japon çiçekleri açar. Çocuk kovasına almak istemez onları, nedendir kimse bilmez. Kırmızları istemez sadece… Beyazlara yer açar, hop! onlarda kovaya…
Yaşlı adam itina ile Japon güllerini kontrol eder, bahçıvana onları ilaçlamasını söylemeyi düşünür. En çok kırmızları sever, enerjileri iyi gelmektedir ruhuna…
Siyah beyaz Kuleler yapar minik oğlancık, tavla pullarını dizer üst üste kim bilir neler hayal eder, kuleler inşa eder yan yana, azıcık ta sarı ve kırmızı arada… Trenler yaparlar yeşil trenler…Çiftlikler kurar, hayvancıkları yerleştirir içine… Yağmur yağar gök gürler, aman Allah’ım, ördekler, kuzular, hindiler, tavuklar, taylar, tavşanlar, beyaz hav hav, telaşla barınaklarına koşarlar. Bizimki çok mutludur. Çiftliği hiçbir zarar görmemiştir!
Yaşlı adam, aynada kendine bakar dikkatlice, gençlik günlerinin yansımalarını görür, canı sıkılır… Mavili sarılı gömleğini giymeye karar verir bu sabah, sonra da arkadaşını arayıp tavla oynamaya davet eder…
Çocuk kulelerden sıkılmış pulları dağıtmıştır çoktan…Dikkatini dağıtan siyah beyaz saksağandır…Gözleriyle onu izlemeye çalışır. Çam Ağaçlarının içinde arar siyah beyazı…
Su içmek için yere konan serçeler saksağanın sesinden ürküp uzaklaşırlar.
Yaşlı adam hımbıl hımbıl hımıldanır, serçelerin tarafındadır…
Çöp arabası geçer sokaktan, çocuk dikkat kesilir. Kimdir nedir ne yapmaktadırlar?
Yaşlı adam telaşla koşar, bahçesindeki çöp torbasından kurtulur… Kolay gelsin der, tekrar evine girer.
Bir çift kumru uçar elektrik tellerinin üstünden, bahçe kapısının üstünde kanat çırpıp ahenkle oynaşır. Minnoş afacan onları yakalamaya çalışır… Pırrr uçarlar… Gökyüzündeki yuvalarına doğru. Çocuk el sallar vedalaşır… Guguk guk, guguk guk yaşlı adam seslerini duyar sadece, çifte kumrular gibi yaşayanları anımsatır ona bu sesler, tebessüm eder… Sevgiye barışa huzura selam söyler.
Şırıl şırıl akan su havuza dolar, minik çocuk ürkmektedir, suyun derinliklerinde kim bilir neler olduğunu hayal etmektedir. Ayaklarını sokar azıcık kenardan, şap şap şap, ne kadar da zevkliymiş anlaşılan… Yok, yok içine girmek yok. Özgürdür, yunuslar kadar özgür, onlar kadar mutlu ve sevecen. Gününü beklemektedir kendince suya girmenin de elbet bir sırası gelecektir kendince.
Yaşlı adam, mavi mayosunu giyer. Çocuğu görür, selamlaşırlar kendi dillerinde.
Azıcık güneşte uzanır, bedenini iyice ısıtır. Sonra da suya atlar… Minik oğlancık şaşırır.
Ben de yapabilirim diye düşünür. Ancak hala hazır değildir.
Bilir, her nasılsa bilir, suya atladığı gün, insanlarla, canlılarla, sorunlarla, kısaca hayatla mücadelesinin başladığı gün olacaktır. O gün belki bugündür, Tanrı ve minik çocuk bilir, başka da kimse bilmez.