“Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı?”
Sabahattin Ali- İçimizdeki Şeytan
Aslı bahçenin sakin bir köşesinde öylece ayakta durmuş, boğazın lacivert sularına bakıyor. Güneş henüz batmış. Günün bu saatinde o her zamanki lacivert kızıl karışımı rengine bürünen gökyüzü yine büyülüyor Aslı’yı. Hafiften içini çekiyor. Elindeki içki kadehini önündeki masaya bırakıp bu güzel manzaraya kendini kaptırıyor. Uzaktan belli belirsiz duyulan hafif bir melodi yıllar öncesine götürüyor genç kadını. İlk gençlik yıllarının salaş kır kahvelerinde acemice tutulan eller, kaçamak öpücükler ilk günkü sıcaklığıyla sarmalıyor bedenini. Ürperiyor. Şarap kadehini eline alıp bir dikişte içkisini bitiriyor. Ağzında kekremsi bir tat… “Eski aşkları anımsatan bir kekremsilik,” diye düşünüyor. Gözlerinin önünde bir hüzün bulutu yükselir gibi oluyor. Göz pınarlarında beliren iki damla gözyaşını elinin tersiyle siliyor. “Şimdi sırası mı,” diyor kendi kendine. Öyle ya, en mutlu olması gereken günlerden biri bu gece. “Dile kolay altı koca yıl geride kaldı”, diye mırıldanıyor. “Doktor hanım”, diyor kelimelerin üstüne basa basa.
“Doktor hanım.”, Bu iki sözcüğün henüz alışamadığı garip tınısı beyninde yankılanıyor. “Doktor hanım”, diye yineliyor.
“Ne o sınıfımızın tatlı sarışını yine neler düşünüyor?”
Arkadaşı Aylin’in sesiyle kendine geliyor Aslı.
“Hiç ne düşüneceğim. Manzarayı seyrediyordum”, diyor umursamaz görünmeye çalışarak.
“Mezuniyet davetine gelmek istemeyen arkadaşımıza da bakın.!
Şimdiden boğazın güzelliğine aşık olmuş.
“Hadi Aslı melankolikliği bırak ta gel dans edelim.”
Arkadaşının ısrarına fazla karşı koyamıyor. Kendini hızlı müziğin ritmine bırakıp dans etmeye başlıyor. Sınıfın jönleri tarafından ablukaya alınmış olduğunu epey bir zaman sonra fark ediyor. Kendini ezgiden bir duvarla çevrelenmiş hissediyor. Alkolün etkisi olmalı, diye düşünüyor. Yine şarkının ritmiyle dans etmeye devam ediyor. Şimdi Dj çok sevdiği bir parçayı çalıyor. Aslı parçayı mırıldanarak dansını sürdürüyor. Etrafında yakışıklı arkadaşları…
Aslı birden kendini yalının içinde buluveriyor. İçerisi mumlarla aydınlatılmış, romantizm yüklü. “Nasıl oldu da buraya girdim”, diye düşünürken buluyor kendini. “Alkolün etkisinden olmalı”, diyor mırıldanarak. Şimdi yukarı kata çıkan merdivenlerin başına geliyor. Yukarıyı merak etmekten kendini alamıyor. Yavaşça merdivenleri çıkıyor. Yukarı çıktığında metalik bir kapı dikkatini çekiyor. Kapıyı açıyor.
İçeriye bir göz atıyor. “Burası Ayça’nın yatak odası olmalı”, diye düşünürken yakalıyor kendini. Gözlerinin önü puslanıyor. Neredeyse yere düşecek. Odadaki sehpaya yaslanıyor. Sehpa ağırlığıyla devriliyor. Bir resim çerçevesi düşüyor sehpadan. Çerçeveyi eline alıyor. Şimdi elindeki fotoğraftan kumral, yeşil gözlü, yakışıklı bir adamı kendisine bakıyor buluyor Aslı. Sehpayı yerine koyduktan sonra elindeki fotoğrafı da sehpanın üstüne bırakıyor. Kapıyı yavaşça çekip merdivenlere doğru adım atıyor.
Mezuniyetin üzerinden iki ay geçmiş. Aslı Amerika’daki Yale Üniversitesi’nden ihtisas için yanıt bekliyor. Her gün posta kutusunu açıp kendisine Amerika’dan mektup gelip gelmediğini kontrol etmekten kendini alamıyor. Sonunda bir gün nihayet beklediği cevap geliyor. Üniversitemizin “Çocuk ve Ergen Psikiyatri” bölümüne kabul edildiniz diyor cevap mektubunda.
Aslı nasıl hazırlanıp yine nasıl Amerika uçağına bindiğini anlayamıyor. Her şey çok hızlı oluyor. Uçakta çantasından çıkardığı sakızı çiğnemeye başlıyor. Uzun uçak yolculuklarında sakızın kulak tıkanıklığına iyi geldiğini biliyor. Yanındaki koltukta Amerikalı olduğu belli olan bir kadınla göz göze geliyor. Kadına hafifçe gülümsüyor. Kadın da bir gülümseyişle yanıt veriyor.
Sonunda uzun uçak yolculuğu sona erip uçak aprona yanaştığında bir nefes alıyor. Her nedense uçak yolculukları Aslı’yı hep ürpertiyor. Yine de tam olarak panik duygusu duyduğu söylenemez. Öylesine bir tedirginlik, bir ürperme düzeyinde sıkıntı denebilir bu duyguya. “Duyguları anlamlandırmak önümdeki yıllarda önemli olacak benim için”, diye geçiriyor içinden. Tekrar derin bir nefes aldıktan sonra yavaşça nefesini veriyor. Bu nefes egzersizi Aslı’ya iyi geliyor. Şimdi sakinleştiğini fark ediyor.
Bagajını alıp pasaportunu kontrol ettirdikten sonra valizini çıkışa doğru taşıyor. Havaalanının kapısından çıkınca hemen bir taksiye biniyor. “Yale Üniversitesi” diyerek gideceği yeri şoföre İngilizce bildiriyor. OK.” diyor şoför. Şoförün Meksika kökenli olduğunu fark ediyor.” Bizdeki Kürtler gibi”, diye düşünüyor. Bir müddet taksinin penceresinden kenti izliyor. Her yer yeşilliklerle kaplı. “Bir de İstanbul’a bakmalı. Nasıl da çoraklaştırdık kentimizi”, diye mırıldanıyor. Taksi şoförü aradaki pencereden Aslı’nın sözlerini anlamak istercesine bakıyor. Aslı, bir şey yok anlamına başını sallıyor. Şoför anladığını belirtir tarzda gülümsüyor.
Az sonra taksi üniversite yerleşkesine giriyor. Aslı kapıdaki güvenlik görevlisine üniversitenin otelinin yerini soruyor. Görevli otelin yerini el kol hareketleri eşliğinde anlatmaya koyuluyor. Aslı taksi şoförüne ücretini ödeyip taksiden iniyor. Kendisine tarif edilen yere doğru yürümeye başlıyor.
Otelin girişindeki bankoya ilerliyor. Bankodaki mavi gözlü, sarışın kadın görevliye üniversiteye kayıt yaptıracağını ve o yüzden otele giriş yaptırmak istediğini söylüyor. İngilizcesi henüz o kadar akıcı değil. Bankodaki kadın anladığını belirten bir baş sallaması ile Aslı’ya doldurması gereken evrakları uzatıyor. Aslı çantasından çıkardığı tükenmez kalemle bir çırpıda kâğıtları dolduruyor.
Bankodaki kadına gülümsüyor. Yanlarına gelen bellboy hadi beni takip edin dercesine Aslı’nın yüzüne bir bakış atıyor. Aslı valizini çekerek götüren adamın ardına takılıyor. O an ne denli yorgun olduğunu fark ediyor. Omuzları yorgunluktan çökmüş vaziyette asansöre biniyor. Valizi elinde tutan adam 5.katın düğmesine basıyor. Asansör az sonra duruyor. Adam önde Aslı arkada odaya giriyorlar. Aslı adama bahşişini verip onu yolluyor. Kapıyı kapatıp odanın ışıklarını yakıyor. Kendini hemen önündeki yatağa atıyor. Yorgunluğu iyice belirgin. Gözlerini kapatsa hemen uyuyuverecek.
Yataktan kalkıp eşyalarını önündeki dolaba yerleştirmeye başlıyor. Aniden dolabın içinde bir fotoğraf görüyor. Merakla fotoğrafı eline alıyor. O ne, Ayça ve birkaç gün önce Ayça’nın yalısında gördüğü kumral, yeşil gözlü yakışıklı adamın birlikte çektirdikleri fotoğraf bu. “Tesadüfün de bu kadarı olur “, diye düşünüyor Aslı. Meraktan kıvrandığını hissedip Ayça’nın telefon numaralarını tuşluyor. Alo diyen Ayça’nın buğulu sesini duyuyor. “Merhaba, ben Amerika’ya henüz geldim, üniversitenin oteline yerleşmeye çalışıyorum “, diye konuşuyor. “Ne güzel “, diyor Ayça. “ Canım ne tesadüf, bu oteldeki odamda seninle kumral yeşil gözlü bir adamın fotoğrafını buldum”, diyor Aslı. “ A, ben de Alper’e o fotoğrafı nereye koyduğunu sormuştum geçen gün”, diyor Ayça.” Seni tanıştırmadım değil mi, Alper benim ağabeyim. Yale’de inşaat bölümünde doktora yapıyor. Görürsen benden selam söyle “, diyor Ayça. Telefon kapanıyor.
Aslı bir süre daha yatağında yatıyor. Elinde az önce bulduğu fotoğraf, yüreğinde yeşil gözlü kumral adamın silüeti öylece kala kalıyor. İçi ürperiyor. Kalbi hızla çarpıyor. Midesinde hafiften bir kelebek uçuşu.. “Aşk mı bu”, diye mırıldanırken yakalıyor kendini. “Evet, aşk bu olmalı. ”