Günümüzde çocuk olmanın sevincini mi, yoksa büyükler olarak çocukluklarını güvencesiz, yokluk içinde gereğince yaşayamayanların burukluğunu mu yazmalıyım? Bilemedim.
- “Biz gidiyoruz. Artık tanınmaz halde olan, doğduğumuz bu topraklardan, doyacağımız topraklara göç ediyoruz.”
- “Her gün ayrı bir katliamın yaşandığı, insan hayatının beş para etmediği, üstüne bir de ülkenin yarısının inancınıza, doğduğunuz yere, ideolojinize, düşüncenize göre ‘Oh olsun, iyi ki geberdi’ dediği bir yerde daha fazla yaşayamıyoruz. Belki tesadüfen o gün denk gelmeyip, patlayan bir bomba ile ölmüyoruz ama bu da pek yaşamaya benzemiyor doğrusu.”
- “Biz Eski Türkiye‘nin insanları, Yeni Türkiye‘yi terk ediyoruz.”
Bu sözler, ülkede duyulan güvensizlik duygusundan dolayı topraklarımızı terk etme kararı almış bir aileye ait. Bu ve bunun gibi daha pek çok aile her gün benzer kararlar alıyor.
Bir soğan tarlasında çalışan çocuk işçiler… O çocuklar boylarını aşan otların, soğan sıralarının arasından yere çöküp, ördek yürüyüşü ile yürüyerek geçiyor ve o küçücük elleriyle saatlerce soğanların yanı başında biten büyük otları yoluyorlar. Hemen ardından sıra soğan hasadına geliyor. Onu da elle koparmak gerekiyor. Güneşin altında saatlerce bu şekilde yürüyerek soğanlar toplanıyor. O çocuk işçiler, güvencesiz çalıştırılıyor, düşük ücret veriliyor, sosyal haklarından ve en önemlisi çocuk haklarından mahrumlar.
Türkiye’de çocuk işçiliği yaygınlıktan öte, ağırlıklı biçimdedir.
Kırsaldaki çocuklar 11 yaşından itibaren tarımda çalıştırılmaktadır. Çocuklar erken yaşta okuldan ayrılmakta, okumaya devam etmeye çalışanlar ise uzun süre devamsızlık yapmak zorunda kalmaktadır. Çocuk işçilik her yıl yaşanan doğal bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
Çalışan çocuklarımız bir yana, ülkenin en kara tablosu ise istismar edilen çocuklarımızdır.
- Kars’ta bir İmam Hatip Ortaokulu’nun öğrencileri, koridorda üzerine şu notun yazılmış olduğu bir defter yaprağı bulmuştu. “Niye bana herkes kötü davranıyor” diye başlayan notu kaleme alan kişi kirlendiğini, altı kişinin tecavüzüne uğradığını, büyüyünce evlenemeyeceğini ve “İnşallah hamile kalmam. Kalırsam ailem tarafından öldürülürüm. Ölmek istiyorum” diye yazıyordu.
- Başka bir örnek daha vermek gerekirse; Antalya‘nın Finike ilçesinde 7 yaşındaki kız çocuğu G.E.G. ve 10 yaşındaki ağabeyi İ.E.G.‘nin ailesi tarafından cinsel istismara uğradığı öne sürülmüştü. Çocuklar için başlatılan davada, çocukların öz annesi ve annenin evli olduğu adam baş şüpheli olarak tutuklanmış; ancak üçüncü duruşmada zanlılar serbest bırakılmıştı.
- İzmir‘de, üvey babası Bülent S. (43) tarafından 4 yıl boyunca birçok kez cinsel tacize uğradığı iddia edilen 13 yaşındaki İ.T.‘nin tuttuğu günlük, yaşadığı tramvayı gözler önüne sermişti.
- Önce kaybolan ve sonra cesedi bulunan küçük kızın dedesi tarafından tecavüze uğradığı olay gündemi uzunca bir süre meşgul etmişti.
- Kayseri’de, cesedi buğday ambarında bulunan 12 yaşındaki Kadir D.‘nin, tecavüz edildikten sonra boğularak öldürüldüğü ortaya çıkmıştı.
Erken yaştaki evlilikler Türkiye’nin en önemli toplumsal sorunlarının başında geliyor. Sivil toplum kuruluşları bu konuda her ne kadar çalışmalar yapsa da halen kendini “evlilik oyunu” içinde bulan çok sayıda kız çocuğu var. Kimisi altı altına satılan, kimisi parkta oynayacak yaşta kucağına çocuk alan kız çocuklarımız, evlendirildiğinde küçücük olduklarından eşleri yerine kayınvalidelerinin yanında yatarak büyüdü.
Evet, bugün 23 Nisan Ulusal Çocuk Bayramı…
“Ben çocuk haftasını, çocuklara hürmet edilmesini temin ve onların zaafından yararlanarak çok defa yapıldığı gibi onlara eziyet ve hayvan gibi muamele edilmesini önlemek için meydana getirdim. Bu tedbirim, milletin geleceğine karşı gösterilen bir saygı olarak görülmelidir.” demişti Mustafa Kemal Atatürk.
Slogan her ne kadar “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” kadar basit görünse de sorun ne yazık ki bu kadar basit görünmüyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunu bayram ilan etmiş, bu büyük ve anlamlı bayramı da çocuklara armağan etmiştir.
Ancak çocuklarımızı yeterince mutlu edemediğimiz gerçeğini kabul etmeliyiz. Onlara çocuk gibi yaşama hakkını tam olarak verebiliyor muyuz? Hayır! Çocuklarımızı yarıştırıyor, ezberci, statik bir eğitim sistemi içinde bunaltıyoruz.
Yasalar önünde, 17 yaşına kadar olan her birey çocuk kabul edilmektedir.
Çevremize bakacak olursak, annesinin kucağında dilendirilen pek çok bebek, elinde güçlükle taşıdığı boya sandığı ile ayakkabı boyamak için gelen geçene yalvaran çocuklar; trafik ışıklarında arabalara yanaşarak mendil satmaya uğraşan çocuklar ne kadar çok değil mi?
Türkiye’de kadına şiddet tartışılırken, neredeyse her evde, her okulda, her ortamda alabildiğine devam eden çocuğa şiddet neden tartışılmaz?
Bir birey dünyaya getirmek demek, o bireyin sahibi olmak anlamına gelmemelidir. Her birey önce kendisinden sorumludur ve bir yaşam süresi vardır. Bu yaşam süresinin en değerli bölümü ise, çok kısa süren çocukluk çağıdır. Çocuklar mutlu ve özgür olmalıdır. Kendi kaderlerini belirleyebilmeli ve elbette kendilerini dünyaya getirenlerin DNA’larından taşıdıkları özellikleri kendileri yoğurup, şekillendirebilmelidir.
Kısacası Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyetin geleceğini gençlere ve yarının sahipleri çocuklara emanet ettiğine göre, bu emaneti korumak da bizlerin asli görevidir.
Bugün 23 Nisan.
Bütün çocukların ve içlerindeki çocuğu hiç öldürmemiş bütün yetişkinlerin bayramı kutlu olsun.
Çocuklar mutluysa, toplum mutludur.