İnsanlık tarihinin ilk gününden günümüze müzik toplumun en temel özelliklerinden olmuştur. Bu bağlamda toplum sorunlarını, tepkilerini müzik tarafından dile getirmiştir.
Müzisyen İdil Çağatay’ın Sonbahar şarkısını dinleyince hemen diğer şarkılarını da dinlemeye başladım. Ve yukarıdaki belirttiğim sorunları İdil Çağatay’da müziğin aslında toplumsal sorunları irdeleyen bir başkaldırı olarak görüyor. İdil Çağatay ile gerçekleştirmiş olduğumuz söyleşiyi beğenerek okuyacağınızı umuyoruz. Keyifli okumalar.
Müziğe profesyonel olarak başlamadan önce ilginiz nasıldı? Müzikle ilgili neler hayal ediyordunuz? Başarılı olabilir miyim, ya da başarısız gibi düşüncelere kapıldınız mı?
Kendimi bildim bileli müziğe hep ilgim oldu. Daha doğrusu benim için karşı konulmaz bir tutkuydu müzik. Çocukluğumdan beri gözüm sürekli enstrümanlarda, kulağım ise daima seslerde yaşıyorum.
Dolayısyla içgüdülerim bana pek seçme şansı vermedi, bu sayede tam olarak istediğim hayatı kurdum kendime. Başarı ile ilgili etrafın dayatmalarından kaynaklanan kaygılarım oldu zaman zaman ama artık çok başka bakıyorum. Başarı çok göreceli bir kavram. Müzik sektöründe maddi kazanç ya da şöhret başarı kriteri olarak lanse ediliyor. Bence asıl başarı insanın özgürce sesini çıkarabilmesi, ideallerinin peşinden gidebilmesi ve en zor zamanlarda bile üretebilmesidir.
Okulda ders almaya başladıktan sonra geleceğinizi görmeye başladınız mı? Henüz yeni başlıyorum mu, dediniz? İçinizdeki heyecanı anlatır mısınız?
O heyecan benim için hep aynı şiddette ama konservatuvar kapısından attığım ilk adım paha biçilmez benim için. İlk olarak İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ nın opera bölümüne kabul edildim sonra daha fazlasını istediğim için Arp bölümüne de girdim.
Daha fazla zamanım ve imkânım olsa birkaç bölüm daha okurdum. Müzik ile ilgili her şey beni heyecanlandırıyor. Benim gözümde hep ve hala yeni başlıyorum. Müzik; teknoloji, toplum psikolojisi, politik gündem gibi dinamiklerle sürekli değişen ve gelişen bir disiplin. Her gün yeni ifade biçimleri ortaya çıkıyor dolayısıyla hep yeniyi kovalamak zorundasınız bu yüzden kendi içimde her zaman öğrenciyim ben.
Kırmızı grubunu nasıl kurdunuz? Grup oluşturmak kolay iş değil. Bu süreçten bahseder misiniz? Grup içerisinde yer alanlar süreç içinde değişti mi? Yoksa aynı ekiple devam mı ediyorsunuz? İsim neden Kırmızı?
Kırmızı grubunu Aslı Polat ile birlikte 2005 yılında kurduk. O zamanlar rock müzik icra edecek kadın müzisyen ne yazık ki yok gibi bir şeydi. Biz o yoklukta bazen müzisyen yetiştirerek bazen de eleman değiştirerek var olmaya ve yol almaya çalıştık. Grup içinde tabii ki değişiklikler oldu. Grubun ismine gelirsek, beste çalmak amaçlı bir grup kurmuştuk. Besteleri ben yapıyordum. Grup arkadaşlarım yazıp getirdiğim Kırmızı isimli bir şarkıyı çok sevdiler. Grubun adının Kırmızı olmasını arzu ettiler. Kırmızı şarkısı gruba adını vermiş oldu. Yıllar sonra bu şarkıyı başka bir albüme vermek için tango olarak düzenledim. O da ismine ve karakterine çok uygun bir aranje oldu sanırım. 2015 yılında solo kariyerime başlangıç yapıp kendi adımla devam etmeye karar verdim.
Kırmızı ile birlikte yurtdışında konserlere adım atmaya başladığınızda geleceğinizi görmeye, adım adım istediğim noktaya doğru yürüyorum düşüncesi oluştu mu?
Yurtdışında verdiğimiz konserlerde aldığımız tepkiler çok heyecan ve umut vericiydi. Çok önemli teklifler aldık zaman zaman. İsyan albümü özellikle yurtdışında metal müzik dünyasında da ilgi çekti. Şarkılar yabancı radyolarda çalındı. Gelecek projelerim için umutluyum bu yüzden. Müziğimi daha evrensel bir platforma taşımak hedeflerimin içinde.
Söylediğiniz şarkıların sözlerini de siz yazıyorsunuz. Bu bağlamda şarkılarınızın ana teması nedir? ‘İsyan’ da kime neye isyan ediyorsunuz?
Şarkılarımın temaları o anda içinde bulunduğum ruh hali ve gündeme göre değişiyor. Bazen bireysel bazen toplumsal bir mesele bana bir şeyler söyletiyor. “İsyan” tamamen sisteme bir başkaldırı olarak yazıldı mesela. Bu bağlamda politik bir içeriği olduğunu söyleyebiliriz. “Ateşler İçinde” albümü daha kişiseldi ama son yayınladığım “Sonbahar” isimli triloji daha değişmeceli anlamlar içeriyor, farklı bir psikolojisi var. Her şarkının hikâyesi farklı diyebilirim.
Şarkılarınızda genel olarak topluma ne gibi mesajlar veriyorsunuz?
Mesaj vermekten ziyade dertleşmek gibi görüyorum. Ortak duygu ve düşünceleri olan insanlarla müzik aracılığıyla buluşmak, dert ortağı olmak bir nevi. Herkes kendi gerçekliğini yaşıyor ve doğruları kendine, bu yüzden hiç birimiz mesaj verecek pozisyonda değiliz aslında. Ben hala kendini geliştirmeye ve yetiştirmeye çalışan bir bireyim. Etrafımda olup biteni anlamaya ve dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Kendi çığlıklarımı attığımda başka birilerine de ses olabiliyorsa ne mutlu. Çünkü dile getiremesek bile çoğunlukla ortak sıkıntılarda boğuluyor, benzer şeyler için mücadele ediyoruz.
Müzik kariyerinize ulaştınız mı? Veya gidecek çok yolum var mı diyorsunuz?
Müzik benim için bir yolculuk ve bence yol çok uzun. Yapmak istediğim çok şey var daha. Üretmek konusunda çok heyecanlı ve açgözlüyüm. Biri bitmeden diğerine başlıyorum hep. O yüzden umarım yaşadığım yıllar gideceğim yollara yeter…
Şarkıları yazarken ve konserlerde okurken neler hissediyorsunuz? İçinizdeki duyguları, heyecanları anlatır mısınız?
Şarkıların hikâyesine kapılırım genelde. O an psikolojisi neyse onu yaşarım. Çıkardığım her ses, söylediğim her söz biraz daha özgürleştiriyor beni. Seyirci ile yaşanan etkileşim, o hep bir ağızdan söylemenin hissi ise Akdeniz’de yüzmek gibi. Sizi sarmalar, tutup kaldırır ve o sonsuzlukta kaybolursunuz. Çok şiirsel oldu ama şu anda tam olarak hissettiğim böyle.
Sizin için bir albüm oluşturmak ne kadar zaman alıyor? Sözleri yazarken bu güzel oldu, Hayır olmadı yeniden yazayım dedikleriniz oluyor mu? Süreç nasıl işliyor?
Çok değişken bir süreç bu. Anlatmak istediğimi gerçekten anlatabilmem ile ilgili bir durum. Yeniden kayıt, yeniden düzenleme, yeniden post prodüksiyon yaptığım çok oluyor. Yazıp hiç kullanmadıklarım da var tabi. Bazen bir anda yazdığım şarkılar bazen de tamamlamak için bir sene beklediğim şarkılar oluyor.
Kendinize örnek aldığınız yerli ve yabancı şarkıcılar kimlerdir?
Genelde vokal performansları iyi, sahne enerjileri yüksek ve atletik olan şarkıcılar ilgimi çekiyor. Özgün ve marjinal olanlar tercihim. Ama opera kökenli olduğum için genelde örneklerim klasik müzik dünyasından oldu. Leyla Gencer benim idolümdü mesela. Ama güncel olarak yaptığım müzik üzerinden konuşursak Skunk Anansie’nin vokali Skin, Nina Hagen, David Bowie çok severim. Mesela Klaus Nomi, Diamanda Galas gibi marjinal vokaller çok ilgimi çeker. Bunlar şu anda ilk aklıma gelenler. Liste uzar gider…
‘Araf’ şarkınızı ülkemizde şiddet gören tüm kadınlara ithaf ettiniz. Şiddet toplumsal bir sorun haline gelmişken, şiddetsiz topluma nasıl dönüşürüz?
Verilen cezalar şiddeti yok etmiyor maalesef. Sorunu toplumu eğitmekle çözebiliriz. Şiddet ne yazık ki eğitimsiz toplumlarda daha normalleştirilmiş bir olgu. O yüzden eğitim çok ama çok önemli.
Siz Aile Bakanı olsaydınız şiddeti önlemek için ne tür projeler üretir, projeler geliştirirdiniz? Kadınlara ve çocuklara cinsel taciz ve tecavüze karşı neler yapardınız?
Eğitime politikacılardan başlamak gerek zaten. Önce onların ne ile nasıl savaşacaklarını bilmeleri ve daha kapsayıcı barışçıl bir üslup geliştirmeleri gerekiyor. Toplumu bilinçlendirmek adına üretilecek projeler daha verimli olacaktır diye düşünüyorum. Kadın sığınma evleri de şiddet gören nüfusa oranla çok yetersiz. Daha fazla sığınma evi gerekli. Bunun devamında hayatlarını idame ettirebilmeleri ve kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için de iş imkânları yaratılmalı. Şiddet görmüş kadınların hayatlarına devam edebilmeleri için onlara mücadele etme gücü ve güvenli bir ortam sağlanabilmeli. Ayrıca kadınların daha fazla istihdam edilmesi ve çalışma şartlarında eşitlik için mücadele verilmesi de çok önemli. Çocuk evliliklerinin, cinsel tacizin ve tecavüzün yaptırımları daha büyük olmalı. Bunlar sadece ilk etapta aklıma gelenler… Umarım şiddetsiz bir toplum olmak hayalden ibaret kalmaz…
Son olarak geçtiğimiz günlerde bir “Bostorgay” isimli eski bir Kırım türküsünü savaşa gönderme yaparak yeniden yorumlayıp yayınladınız. İlk defa bir cover çalışması yapıyorsunuz. Diğerlerinden farklı bir sonunda sahip bu çalışmanın arkasında yatan motivasyonu biraz anlatır mısınz?
Bostorgay benim çocukluğumdan beri bildiğim bir türküdür. Uzun zamandır bu türküyü yeniden yorumlamak isteği vardı içimde. Bu türkü sürgün, göç hikâyeleri taşıyor ve doğduğu topraklar zaten hiç huzur bulamadı. Çoğumuzun kökünde zaten böyle hikâyeler mevcut. Son zamanlarda tanık olduğumuz savaşlar ve mültecilerin can yakan hikayeleri herkes gibi beni de çok etkiledi. Kendimi bildim bileli bir yerlerde hep savaş var. Irak savaşını çocukluğumda televizyondan canlı izlediğimi hatırlıyorum. Son zamanlarda ise batan mülteci botları, karaya vuran masum bedenler maalesef gözümün önünden gitmiyor. Savaşın en büyük kurbanı hep çocuklar oluyor. Bu sefer duygularımı bu şekilde ifade etmek istedim. Bütün bu prodüksiyon aşamasında aklımda hep bunlar dönüyordu. Bu benim için bir ilk çünkü ilk defa kendi şarkılarım dışında bir eseri yorumluyorum. Aslında geçtiğimiz yıl yayınlama planım vardı. Bir şekilde süreç uzadı ve ne ilginçtir ki yine bir savaşa denk geldi. Galiba insan var oldukça savaşlar hiç bitmeyecek…