Sıradan bir insan olarak; bir başkasına ihtiyaç duyma halinin, genetik kodlarından aktarıldığını biliyor muydun? Üstelik bu birine ihtiyaç duyma hali kötü bir şey de değil sandığının aksine. Eğer kocaman ve derinlikli bir yalnızlık hissediyorsan, belki de daha başka bir yakınlık duyarsın birine. Fark ediyor musun? Son zamanlarda seni de içine alan, bir şekilde çoğunlukla içine kapalı, kimse ile her hangi bir iletişim kurmayan, hiçbir sorununu paylaşmayan, sadece kendi dünyasında yaşayan, kendi kendine meseleleri çözmeye çalışan bir insan tipolojisiyle karşı karşıyayız. Dertlerini, üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşan bu insandan artık eser bile yok görebiliyor musun? Peki neden? Neden bu insan bir başkasına, hatta en yakın dostuna veya arkadaşına minicik bir derdini anlatmıyor artık? Neden kendini, yüreğinin derinini açmıyor çok uzun zamandır hiç düşündün mü?
Kim bilir belki de bu sert zeminli hayattan geçerken, düşe kalka büyürken, çarpa çarpa yazarken hayatının cam kırıklarıyla dolu öyküsünü yaşadığı deneyimler ve öğrendiği tecrübeler ona bu yolu seçtiriyordur. Çaresiz insan, Anlatacaklarının belki de kimsenin umurunda olmadığını kavrıyor ümitsizce. Paylaşamadığı her şeyi yürek kumbarasına atıyor ve oradan hiç çıkarmayacak biçimde biriktiriyor geçmişin ve geleceğin kaygılı duygularını. İçinin en karanlık dehlizlerine saklıyor ve kimseye göstermiyor artık.
İnsan kalbi ya bu; belki de dertlerini paylaşacağı insanlarca vurulacağını hissediyordur ne dersin? Nasıl mı vurulur? En derin duygularını, üzüntülerini, acılarını hüzünlerini paylaştığı dostu ya da arkadaşından taşan paylaşımlar, bir bakmışsın ki tüm derinliğini kaybetmiş ve başkalarının ağzında çürümüş bir sakıza dönüşmüş. Anlattığı sorununun, paylaştığı duygularının tamamen bir başka versiyonunu duyar dinlediği başka kirli ağızlardan. Senin de bildiğin gibi, insani ilişkilerde güven en kolay ve çabucak kaybedilen kavramdır. Bazen insanın içindeki dert o kadar büyüktür ki, çoğunlukla çaresi yoktur. Sadece paylaştığında bile bu dertler, birazcık da olsa için soğur, kendini rahatlamış ve omuzlarından büyük bir yükün kalktığını duyumsarsın. İnsanın bu yüklerini Paylaşmaya gerek duymamasının ve dillendirmek istemeyişinin ve anlatmamasının nedeni işte bu boşboğaz insan tipidir.
Önceki yazılarımdan birinde da söz etmiştim ya; kimi insanlar, kendi mutluluklarını başkalarının mutsuzlukları üzerine inşa ederek yaşar. Senin bütün gönül açıklığıyla anlattığın ve en derin duygunla samimiyetini inanarak paylaştığın duygular, çok acı bir şekilde fark edersin ki; bir gün aleyhine kullanılmaya başlanmış ummadığın kişilerce. Bu kez de İnsan içindeki o daha da katlanmış derdin varlığını bir ok gibi yüreğinde hisseder. İşte bu yüzden derin insan, sahte ve yapmacık tesellilere, yapmacık insanlara tahammülü kalmadığından sorunlarını yüreğinin gizli çimenli bahçelerinde saklamayı seçer.
Biliyorum; son zamanlarda sen de böylesi bir durumu yaşıyorsun. Sıkça üzerine düşünüyorsun biliyorum. Neden hayatına dair dertlerini paylaşamadığını sorguluyorsun uzun uzun. Kendine sorduğun sorularının yine cevabını kendinde arıyorsun. Kimi insan vardır hayatını aydınlatan ve kimi insan vardır ki, aydınlık hayatını karartan. Oysa ne derdi bizden daha tecrübeli kadim büyüklerimiz; hep duyarsın ya, paylaşmak güzeldir. Var olan sorunlarını, sıkıntılarını ve kötü anılarını, acılarını paylaştıkça hani azalırdı? Hani sevinçler paylaşıldıkça çoğalırdı? Öyle bir zaman olur ki; bırak birine derdini tasanı anlatmayı, konuyu bile açamazsın. Çünkü sıra ne zaman sana gelse, bir bakmışsın ki konunun öznesi sen anlamadan değişmiş bile.
Bazen biriyle hiç bitmemecesine konuşmak istersin. Birileri seni duysun istersin sahiden ama bir türlü konuşamazsın, yüreğini açamazsın gönlünce ona. Bunun nedeni konuşacak bir şeylerinin olmaması değil, aksine anlatacak çok şeyinin olması, fakat paylaşacak birinin olmayışıdır. İnsanın, hayallerini, düşlerini, derdini, kederini, çıkmazlarını söylemek istemesi, birine içini dökmesi esasında çok doğal bir gereksinim.
Çoğunlukla insan yıllar içinde biriktirdiği tecrübelerden yola çıkarak, kimsenin kendini anlayamayacağından korkar. Sonra da vazgeçer anlatmaktan yürek tortularını. Yanlış anlaşılmaktan ve yargılanmaktan da çekinir elbet. Her geçen gün birazcık daha İçine içine atar derdini kederini ve çaresizliğini. Sevmeye ve sevilmeye acıktığını, acılarını, sancılarını kendine anlatır. İçine içine yazar satır satır.
Kimsenin senin derdini önemsemediğini hissettiğini de biliyorum. Şimdi arkadaşımı, dostumu meşgul etmeyeyim. Onların vaktini almayayım diyecek kadar da kendini erteliyorsun her zamanki gibi. Kendini umursamayan ve empati duygusundan uzak insanlar arasında değersiz hissettiğini de görüyorum. Onların umursamazlıklarını, aldırmazlıklarını senin yüzüne yüzüne püskürtmeleri biliyorum seni insana dair umutsuzluğa düşürüyor. Eğer seni anlayan, anlamaya çalışan ve en azından bunun için çaba gösteren bir bile varsa etrafında, düşün ki ne çok şanslısın.
Kimi zamanda dinlediğini sandığın insanın, sana bu da dert mi? Aklını başına topla, bu da gelir geçer gibi şeyler söylemesi aslında seni dinlemediğini ve meseleyi gerçek şekliyle kavramadan, ezberlenmiş sözler etmesi onun meseleyi nerdeyse önemsemediği hissini duymana yol açar. İşte biliyorum; bunları duymaktansa, kendi başına yalnızlığınla kalmayı seçiyorsun çoğu zaman. Kendine yarar sağlamayan her şeyden uzak durdukları gibi, kimi insanlar paylaşan insandan da uzaklaşır. Sen de bunu bildiğin için uzaklaşırsın bu soğuk iklimden ve kendi iklimini yaratırsın kendi içinde.
Bomboş bir odada, bir deniz kıyısında, bir ormanda, kocaman bir dağın doruğunda, tüm hücrelerini üşüten bir yaylada, çoğunlukla da tüm büyük kalabalıklarda yapayalnız hissedersin kendini derin anlamsızlıklarda. Yine de küçük bir çaba beklersin hep bu duygu umutsuzluğunda. Bu yaşamın bir parçası da dertler ve kederler biliyorsun. Sen yaşadıkça, Onlar üzerine bir yağmur gibi yağmaya devam edecek. Ama sen yüreğindeki en güçlü şemsiyeni hemen aç. Yavaş yavaş ıslanmaya bırak kendini. İçine satır satır yazdıklarını çıkar ve yağmurdan sonra çıkan gök kuşağıyla yıldızlara ulaştır ki, yıldızlar çekip alsın parmaklarından başa çıkamadığın tüm tasalarını. Sarsın seni varlığıyla, katsın en parlak olanın evine ve hala kibirli umursamaz insana inat, sen yine de sımsıkı sarıl kendi özündeki güvenine.
Sevgimle, sevdamla.