Deniz Perisi Thetis ile Yunan Kralı Peleus büyük ve ihtişamlı bir düğünle evleneceklerdi. Bütün tanrı ve tanrıçaların davetli olduğu bu düğüne, karışıklığa yol açmasından korktukları için Eris’i davet etmeme kararı vererek, karışıklığı kendilerine doğru en şiddetli haliyle çekmeyi başarmışlardı. Üstelik tam da Eris’e yakışır bir şekilde, büyük bir kin ve intikamla birlikte…
Zeus ve Hera’nın kızı, savaş tanrısı Ares’in ise yanından ayrılmayan kız kardeşi Eris, düğüne davet edilmemesine rağmen tabii ki orada olacaktı. Fitne, fesat ve kavganın tanrıçası, elinde en güzel tanrıçayı temsil edeceğini söylediği altından yapılmış bir elma tutuyordu. Birbirini deliler gibi kıskanan üç tanrıça elmayı uzatanın kim olduğuna bile bakmadan kendilerini ortaya atmışlardı. Elbette ki bu tanrıçalar; Hera, Athena ve Afrodit olacaktı… Peki ama hangi tanrıça en güzeliydi? Tanrılar ve Tanrıçalar ödülü kimin alması gerektiğini tartışmaya başladılar ama buna karar vermek imkansızdan da öte bir zorluktaydı. Bu işin sonu kesinlikle iyi bir yere varmayacaktı. Onlar da kendilerince akıllı davranarak bir günah keçisi bulmuşlardı. Truva prensi Paris… En güzel tanrıçayı Paris seçecekti!
Tanrıçaların her biri Prens Paris’e, kendilerinin seçilmesinin karşılığı olarak vaadlerde bulunmuşlardı. Athena prens Paris’e bilgelik sözü vermişti. Hera ise iktidar sahibi olmasını sağlayacağını vadetti. Fakat Afrodit ona geri çeviremeyeceği bir teklifte bulunmuştu; hali hazırda ona aşık olduğunu bildiği Paris’e, Spartalı Helen’i ona aşık edeceğini söylemişti. Paris ona sunulan bu teklifin üzerine düşünmemişti bile ve pek tabii Afrodit’i seçti. Artık en güzel tanrıça Afrodit’ti ve o da sözünde durdu. Artık Spartalı helen Paris’e deliler gibi aşıktı. Ama kimsenin hesaba katmadığı küçük bir detay vardı. Spartalı Helen, Kral Menelaus ile evliydi… Ve buna rağmen Afrodit sayesinde, Paris ile Truva’ya kaçtılar. İşte Eris, tanrıçaları birbirine düşürmekle kalmamış, 10 yıl sürecek olan Truva savaşının başlamasına büyük bir keyifle imzasını atmıştı. Kral Menelaus bütün kin ve nefretini Truva’ya saçacak ve bunun sonucunda yüzlerce insan hayatını kaybedecekti.
Bazen küçücük gibi görünen bir olayın, nasıl savaş ve yıkıma yol açabileceğinin hikâyesi bizlere mitlerle sunulmuşken, dünya tarih boyunca birçok benzer olay yaşamış ve anlamsız savaşlara maruz kalmışken, neden hala ders almıyoruz, neden hala insanlar ölüyor diye düşünmeden de edemiyor insan.
Böyle gelmiş böyle gider demek için anlatılmadı bu mitler. İnsanlar öğrenmeliydi… Oysa bugün tarihe dönüp baktığımızda, insanlığın hiçbir şeyden ders almadığını çok net anlıyoruz. Tarih boyunca yaşananlar boşuna yaşanmış, onca insan boşuna ölmüş, tarihçiler boşuna not tutup anlatmış gibi hissetmemize neden olacak olayları yaşıyor olmanın üzüntüsü var hepimizin üzerinde. Kampanyalarla topladığımız yardımlarda bulunmaktan başka da bir şey gelmiyor elimizden. Demek ki pandemi yeterince canımızı sıkmamış, dünyadaki açlık ve fakirlik hala canımıza tak etmemiş.
Daha nasıl bir bela istiyorsun ey insanlık?