Eşsiz güzellikte bir şarkı… Eşsiz güzellikte bir düet… Sıla Gençoğlu ve Mabel Matiz yorumuyla ruhumun pasını temizleyen MUHBİR adlı şarkı… Dinlemeyenlere şiddetle tavsiye edilir. Bu şarkıyı dinlerken aşağıda okuyacağınız görüşlerimi paylaşmaya karar verdim. Anneme ilk olarak “İZMİRLİ KADINLARIN FARKINI” yazacağımı söyledim. Bana “Aferin Kızım çok güzel bir konu “dedi; kendisi de tüm İzmirli kadınlar gibi hayatı boyunca “İzmir’in havasına da kızına da güven olmaz” sözünden mustarip olduğundan; İzmirli Kadınların aslında ne kadar namuslu olduğunu anlatıp durmuş; ve öz güven sahibi olmayan ve “bir İzmirli kızı ancak rüyalarında görebilecek kapasitedeki erkekler” ve hatta İzmirli olmayı çok istemiş ama maalesef İZMİR’DE doğmamış, büyümemiş, İzmirli bir anne ve babanın kültürüyle yetişmemiş, bunun yanı sıra İzmirli güzel kadınlara benzemek için; o botoks senin bu yüz gerdirme benim, dolaşan kadınların “İzmirli kızlar basit olur” hakaretinden bıkmıştır. Bana yaz kızım dedi anneciğim Saime Hanım; “İzmirli kadınların güzelliğini, Kemalistliğini, kültürlülüğünü, nasıl laik ve çağdaş insanlar olduklarını, farklılıklarla nasıl barış içerisinde yaşadıklarını” yaz. Fakat ben yazı konumun başlığının; “GEZİ DİRENİŞİ: MELTEM CUMBUL ve SILA “ olduğunu söyleyince, klasik annem evhamlılığı ile “Aman Kızım sen yazma, başkası yazsın, başına bir iş gelir “ diye başımdan ayrılmadı. Siyasete bulaşma sakın diyor hala; Ankara Siyasal mezunu olsam da 🙂 Sonuçta ikna olmadı annem, sakın iktidarı eleştirme diye tembihledi. Gerçi anne sözü tutmakta fayda çoktur. Neyse ki henüz bu yazının tam içeriğinden haberdar değil… Nasıl sindirildi değil mi herkes OHAL sürecinde…
“Mccarthycilik” ve Orta Çağ’da ortaya çıkan “polis devleti” kuramı nasıl da pratiğe döküldü, nasıl da hortladı. Her türlü hukuksuzluğun mubah görüldüğü tüm dünyadaki OHAL süreçleri toplumsal hafızanın bilinçlendirdiği kolektif akılda tutulmalar yaratır. Başka insanların mağduriyetlerini, sözde kaybedecek çok şeyi olanlar özde her şeyini yitirenler “Aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın; neme lazım, geçenlerde karşı apartmandaki akademisyeni de işinden atmışlar, gazeteciyi içeri tıkmışlar” mahalle dedikoduları eşliğinde herkesi bir çırpıda FETÖ’cü ilan edip birer demokrasi havarisi şeklinde; pencereleri ve perdeleri kapayarak huzurlu hapishanelerinde ki buna ev derler, sadece işe gitmek yahut ekmek almak için sokağa çıkarlar. Gerçi sokağa ekmek almak için çıkan Berkin’i bile kaybettik… Ahmet Kaya’dan “Bu ne yaman çelişki anne” şarkısını duyar gibiyim şu an… “Kurtlar sofrasına düştüm, hani benim gençliğim nerde…”
Hayatları boyu hiçbir şeyi protesto etmemişlerdir yukarıda örneklediğim bu tarz insanlar… Sokak hayvanlarına tecavüzden tutun da Suriyeli genç kızların ve çocukların (BM Sözleşmesi, 18 yaş altı herkes çocuktur der) seks işçisi olarak çalıştırılmaları da dahil,her konuda üç maymunu oynamaya teşnedirler. Onlar için ensest, pedofoli, tecavüz, cinsel istismar gibi kavramlar da yoktur zaten…Onlara; otçul memeliler sürüsü demek hakaret olacak zavallı hayvancıklara ama; otçul diyorum ben bu tip insanlara; dünyaya ot olarak gelmiş ve ot olarak gidecek ve üzerlerinde yine işe yaramaz, hayvan yemi bile olmaz otlar bitecektir. İzmirliler ise bu tanımlamanın dışında aktif vatandaşlık kavramını hayata geçiren ender kentlilerdir. İddia ederim ki İzmir Kadını İzmir erkeğinden daha cesurdur. Fakat nedense kötülenirler. İlk olarak “İzmirli Kızların Hafifliği yahut Basitliği” şeklinde özetlenen bu söylemle ben İzmir’den kalkıp; Mülkiye’de okumak için gittiğim her anı kara, puslu, gri memur kenti, Melih Gökçek Ankara’sında karşılaştım. Cinnah caddesinde kot şort giydiği için bacağına tükürülen Ablam, beni Ankara’ya İzmir’den ziyarete geldiğinde sinirden kahrolmuştu. 🙂
Ankara’nın yerli halkı bir yana, sonradan gelenler de, ( neyse ki Başkent olan ve kültürel bir evrim yaşayan bu şehir, değişmiş görünse de ) kentin bağnazlığına ve tutuculuğuna kendilerini kaptırmışlardır. Anadolu’nun taşralarından gelen, ilk sınıfın ilk kez büyük bir şehirle karşılaşan bazı SBF öğrencisi kızları; ikinci sınıfta kabak çiçeği gibi açılıp bir güruh olurlar; İzmirli Kızların namus anlayışını, aşamadıkları kültürel kodlar gereği anlayamadıklarından; dillerine pelesenk etmişlerdir. Ne giyersen giy bir İzmirli duruşu ile bunu taşımak bir ayrıcalıktır, ister istemez gözler sizin üzerinize odaklanır. İzmirli kadın şort da giyer, tayt da, mini etek de; adabıyla oturup kalkar, adabıyla rakısını içer, “beyaz peynir, roka, kavun ve beyaz leblebi eşliğinde, tıpkı onlara İzmir’i armağan eden büyük ataları Mustafa Kemal gibi…
Balkan Harpleri sırasında mecburen Balkanlardan göç edenler ve Yunanistan ile -Batı Trakya ve İstanbul Rumları dışındakiler hariç – genç Türkiye arasında gerçekleştirilen zorunlu mübadele (etabli) sürecinde İzmir’e sığınanlar; İzmir’e hoşgörü ve medeniyete dair getirdikleri ile örnek olmuşlardır. Annem maaile Kavala Mübadili iken, babamın sülalesi Giritlidir. İlk dönemde İzmir’in yerli halkı bu görece modern insanları yadırgamış ve onlara “GAVUR” sıfatını uygun bulmuştur. ( Yıllar sonra bir “Sayın” Başbakanın da hala “Gavur İzmir” söylemini kullanmasını irdelemek apayrı dinamiklere referans olacağından; farklı içerikte başka bir yazımın konusu olacaktır. ) Rahmetli babaannem, Girit Eşrafından Ethem Diyem Şengül’ün eşi Kamile Hanım; Rumca türküler ve ninnilerle uyuturken bizleri; İzmirlilerin ayrı porselen tabakta kaşık ve çatalla yemek yemeğe Giritlileri görerek başladıklarını anlatırdı. Rahmetli anneannem Kerime Hanım’ın “Çarliston şarkılarını” , “Garson bira getir” şarkısındaki twist dansını hiç unutamam. Drama Köprüsü Hasan da Kavala’dan 5 yaşına tek başına İzmir’e yerleşen rahmetli dedem Hasan Özsavaş’ın şarkısıdır. Ne zaman Selanik Türküsü çalınsa, ailede herkesin gözleri dumanlanır. Bu insanlar memleket dedikleri “Girit ve Kavala” sevdası ve özlemiyle göçüp gitmişlerdir.
İlk etapta bu mübadilleri bağırlarına basmayan İzmir’in yerli eşraf ve ahalisi zamanla bu zorunlu misafirlerine kucak açmış ve çok zengin bir empati ve hoşgörü kültürü bu 5000 yıllık kente hakim olmuştur. Farklılıkları asilime etmeyen ve coexistence (birlikte bir arada yaşama) yaratan İzmirliler, bugün İzmir’imizin demokrasinin beşiği, Ege’nin incisi olmasının gururunu yaşarlar. Bir de İzmirli olmanın ayrıcalığını…
İzmirli Kadın farklıdır, cesurdur ve öz güvenlidir. Göçler ve mübadele sonrasında; genetik çeşitliliğin oluşturduğu melezliğin ırkları güzelleştirdiği söylemini bir kenara bırakırsak; özgür ve öz güven sahibi kadının güzel olduğu gerçeği yadsınamaz… Örnekse bence Meltem Cumbul vakası incelenebilir. 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nde sunuculuk yapan Meltem Cumbul ödül alan yönetmen “Semih Kaplanoğlu’nun “elini sıkmadı. Kaplanoğlu bu protestoyu ‘kabalık’ olarak nitelerken, Cumbul da, “Güçlüleri tutup zayıfları hor görenle el sıkışmayı reddediyorum” dedi. Adana Film Festivali, ödül töreniyle son buldu. Gecede siyah beyaz çektiği Buğday filmiyle “Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü’nü” kazanan Semih Kaplanoğlu sahneye çıktığı sırada, sahnede kendisine elini uzatan Kaplanoğlu’na karşılık vermeyen Meltem Cumbul elini geri çekip sırtını döndü. Cumbul’un bu protestosunun ardından sosyal medya hesabından açıklama yapan Kaplanoğlu “Adana Film Festivali’nde sahnede maruz kaldığım kabalığın ardından bizi yalnız bırakmayan sanatseverlere ve dostlara teşekkürler…” dedi. Meltem Cumbul da yaptığı açıklamada Kaplanoğlu’nun elini sıkmama nedenini şu cümlelerle açıkladı: “Yüreğime ve sevgiye düşman olanla, gözlerim ve ellerim dost olamaz.” Altına imzamı atabileceğim “dev” bir cümle…Meltem Cumbul… Gezi olaylarının orantısız şiddetle bastırılmasına, gencecik insanlarını ölmesine karşı çıkan gerçek kalibrede sanatçı, örnek bir şahsiyettir gözümde. 5 Kasım 1969 senesinde dünyaya gelen Meltem Cumbul aslen İzmirlidir. 1983 senesinde İzmir Türk Koleji’nde başladığı liseden 1987 yılında Ata Koleji’nden mezun olmuştur. 1991’de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Drama Ana Sanat Dalı’ndan oyunculuk eğitimi almıştır. Tesadüfe bakın ki o da İzmirli bir kadın… İzmirli kadının hikmetinden sual olunmaz dostlar 🙂
İkinci örnek ise SILA…SILA GENÇOĞLU… Sesi güzel, güfte ve besteleri güzel, kişiliği güzel bir sanatçı; iktidar yardakçısı olup; onları bugünlere getiren halka ihanet eden “sözde” sanatçılardan değil Sıla. Peki kimdir Sıla Gençoğlu ?
1980 yılında Denizli’de dünyaya gelen Sıla Gençoğlu, eğitimini anneannesinin yanında İzmir’de almıştır. Sahne çalışmalarına ilk olarak İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi’nde başlamış ve Türk Halk Müziği ile Türk Sanat Müziği korolarında korist ve solist olarak görev almıştır. İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçılarından Sabahat Tekebaş ile şan ve ses eğitimi üzerine çalışmıştır.
Gelelim yazımıza örnek olan bu sanatçının başından geçen trajik hadiselere…
Demokrasi Mitingine ‘Şov’ diyen Sıla’dan gelen açıklama çok çarpıcıdır. Cesaret işidir. Gerekirse bu ülkeden aforoz edime tehdidine kulak asmamış ve onurlu bir insan duruşu sergilemiştir.
“Cumhuriyet tarihinin en büyük katılımına sahne olan 7 Ağustos Demokrasi ve Şehitler mitingine katılmayacağım ‘Böyle bir şovun içinde olmayacağım” sözleri nedeniyle büyük eleştiriler alan Sıla sözlerinin arkasında olduğunu belirtmiştir. Tüm konserleri AKP’li belediyelerce iptal edilen sanatçıya; büyüdüğü şehir İzmir ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu sahip çıkarak; büyük bir SILA GENÇOĞLU konserinin tertiplenmesini isteyerek cevap vermiştir. Sıla hala gönüllerimizin kraliçesi. Eminim uzun sürecek sanat hayatında SILA, dünya görüşü ve onurlu, cesur duruşu ile sanatçı sıfatını hakedişi ile vicdanımızın sesi olmaya devam edecektir. Sıla, daha önceki Gezi Parkı eylemlerinin en büyük destekçisi olarak biliniyordu ve ‘konserden sonra Gezi’de buluşalım’ gibi çağrılarla da bu eyleme büyük destek olmuştu.
Gezi ruhu bu topraklara dağıldı bir kere. Diş macunu tüpünden çıktı; artık kimse onu geriye alamaz. Siyaset tarihimizde bir kırılma noktası olan “GEZİ OLAYLARI” , ÖZAL GENÇLİĞİ, DEPOLİTİZE OLMUŞ, ASOSYAL ASALAKLAR SÜRÜSÜ OLARAK; sözde devrimci olan eski tüfeklerin hakarete varan eleştirilerine karşın gösterilmiş, temelinde sonradan farklı kesimlerden destek almış olsa da, son kertede liseli ve üniversiteli gençlerimizin eseridir. İdeolojik incelemesini yapmak ve bunu yaparken de hala gençlerimizi “ideoloji-sizlikle” suçlayarak, Gezi Eylemlerini küçümsemeye çalışmak; eylemin tekrarlanma olasılığını önlemek için korkuyla karışık paranoyak bir refleksle her türlü hukuksuzluğa başvurmuş muktedirlerin savunma mekanizmasıdır. Fakat bıçak kemiğe dayanmıştır, mağduriyetler devam etmektedir ve emin olun hala halka rağmen kınından çekilen bıçak kınına geri sokulmuş değildir. Haksızlığa uğrayanlar, mağdurlar, özel hayatlarına, cinsel tercihlerine hakaret edilip, aşağılananlar, ekolojistler, sağcı solcu ayrımının çok da keskinleşmediği bu direniş hareketinde; yarınlar için umut olmuşlardır.
İZMİRLİ KADIN CESURDUR, ÖZ GÜVEN SAHİBİDİR, ERKEKLERE YALAKALIK YAPARAK HAYATINI İDAME ETMEZ. VE GÜZELDİR İZMİRLİ KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİP ÇIKTIĞI İÇİN…
Bir Cahit Külebi şiirinden alıntı ile bitirirken yazımı; beni okuyan her kesimden insana sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sürçülisan ettiysek af ola, lakin iyi niyetimden kimse şüphe duymasın…
…İzmirin denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız hem deniz kokar.
Bu toprak bizim yurdumuzdur
Deli gönül yücesine çıkar,
Bir üveyik olur uçar gider
Ardahandan Edirneye
Edirneden Ardahana kadar…