Dünyanın belki de en büyük sorunu fakirleri doyurmak değil, zenginleri doyuramamaktır.
John Steinbeck’in tartışmasız en büyük eseri olan ve ona Pulitzer ödülünü kazandıran Gazap Üzümleri (The Grapes Of Wrath), 1939 yılında ilk kez yayınlandığında şok etkisi yaratmış ve büyük tartışmalara yol açmıştı.
Eser, Joad ailesinin öyküsü etrafında yüzyılın başında açlığa, zulme ve sömürüye direnen milyonların öyküsüdür.
Tüm dünyayı etkileyen “Büyük Buhran” döneminde, tarımın kapitalistleşmesi ile krizler yüzünden yoksullaşan ve mülksüzleşen yığınların ayakta kalma mücadelesinin anlatıldığı bu destansı romanda Steinbeck, açlık, sefalet ve zorbalık yüzünden evlerini terk edip yollara düşmek zorunda kalan binlerce işçi ailesinden birine odaklanmıştır.
Boşa çıkan umutların, hüzne dönüşen sevinçlerin arasında insanlığın direncini ve onurunu çarpıcı bir dille anlatan, kapitalizmi iliklerine kadar eleştiren Gazap Üzümleri, bir toplumsal krizin etkilerinin epik anlatıyla gerçek bir sanat eserine dönüşmesinin Amerikan edebiyatındaki en güzel örneği ve 20. yüzyılın en önemli eserlerinden biridir.
Dünya klasiklerinden fakirliği yoksulluğu belki de en çok yaşatan bir romandır “Gazap Üzümleri”.
Bu bağlamda toprağın ne kadar değerli, üretimin ne kadar kıymetli olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiş oluyor.
Halkın topraklarının elinden alınması ile kapitalist sistemde, üretim değil tüketim yapması amacıyla insanların şehirlerde asgari ücrete köle yapılması bu kitapla daha iyi anlaşılmış oluyor.
Dünyada emeğin değerinden daha önemli ne olabilir?
Günümüze bakacak olursak, emeğimiz çalındı, toprağımız çalındı.
İnsanımızsa şehirlerde asgari ücrete köle oldu.
Kısacası vatandaş diyor ki “sürdürülebilir sefalet bile artık sürdürülemez hale geldi”.
Türk Lirası’nın geçen yılki keskin değer kaybının ardından gıda ve enerji fiyatlarındaki artış, tüketicilerin gerileyen alım gücü üzerindeki etkileri trajik düzeyde.
Elektrik fiyatına yılbaşında yapılan %120’nin üzerindeki zammın ardından ülke genelinde halen birçok zam yapılmaya devam ediliyor.
Fiyatlardaki artış nedeni ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu zamlar geri çekilinceye kadar elektrik faturasını ödemeyeceğini duyurdu.
Buna karşılık, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Muhalefetin elektrik ve doğalgaz konusundaki spekülatif gayretlerini boşa çıkarmak gerekiyor. Muhalefetin yaygarasını kopardığı gibi bir durum söz konusu değil… Biz vatandaşı çok daha rahatlatabilmek için her türlü indirimi uyguladık, uygulamaya devam ediyoruz. Vatandaşımızı enflasyona ezdirmedik ezdirmeyeceğiz” şeklindeki konuşması kime ne kadar inandırıcı ve ikna edici gelmiştir?
“Muhalefetin yaygarasını” bir yana bırakacak olursak, kulaklarımıza inanmak istemeyeceğimiz durumlarla karşılaşıyoruz her gün.
Alım gücü düşen aileler, çocuklarını okuldan, eğitim yuvalarından çıkarmak zorunda kalıyor.
Ne kadar hazin değil mi?
Geçim derdine düşen ailelerin evlatlarının geleceklerini inşa etme haklarının elinden alınmasını hangi zihniyet hoş görebilir?
Bu da mı “yaygara koparmaktır”?
Bu mudur “rahatlatılan toplum”?
Dahası da var!
Ülkenin ve halkın “gerçek gündemi ve aynası” faturalardır.
Çalışana %31 zam yapılırken faturaya %127 zam gelmesi nasıl bir adalettir?
“Biz vatandaşı çok daha rahatlatabilmek için her türlü indirimi uyguladık, uygulamaya devam ediyoruz. Vatandaşımızı enflasyona ezdirmedik ezdirmeyeceğiz” ifadesinin açılımı “indirin faizleri” demesi ve bu uğurda birkaç bakan ile Merkez Bankası başkanının değişmesi midir?
Bugün AKP’nin kendi bünyesinde de sesler yükseliyorsa, bu sistemde ciddi bir sorun olduğunu işaret eder.
Eski AKP Ankara İl Başkan Yardımcısı Kamil Özyön, Ocak ayında gelen 17 bin 400 TL‘lik elektrik faturasına tepki göstererek, “Üç aydır her faturaya güzel güzel, usul usul kilitliyorlar. Koyu bir ‘Reis’ taraftarı olarak davaya hizmet ettim. Ama vatandaşın karşısına çıkıp savunacak cümle bulamıyorum” diyebilir hale geldi.
Özyön, “Bıçak kemiğe değil, iliğe dayandı” derken şöyle devam etti: “Erdoğan’ı seviyorum. Ama artık yeter. Kendi isteğimle bu dönem görev almadım. Halktan kopuyoruz. Elektrik faturaları AK Parti ve Erdoğan’a sıkılmış kurşundur.”
AKP‘li Kamil Özyön, “4 kişilik bir aileyiz ve hepimiz AK Parti üyesi idik. Önce oğlum, sonra kızım ve eşim istifa etti. En son ben kaldım, direniyorum. Bugün seçim olsa bizim aileden 1 kişi kaldı. Ne aileme ne çevreme karşı savunacak gücüm yok. Yanlış politikalar davamızı ve partimizi hızlı bir şekilde eritiyor. Ben partimden ayrılmadan eleştiriyorum. Bu yapılanlar zulümdür, haksızlıktır. Temennimiz cumhurbaşkanımızın acilen bu zamların tamamını geri çekmesidir.”
Oysa görünen o ki Cumhurbaşkanı muhalefet dışında milletinin sesini duymazdan, ülkenin sorunlarını görmezden geliyor.
Halk ise enflasyona ezdiriliyor, yoksulluk her geçen gün umutsuzluğa doğru yol alıyor.
Ekonomiden kalkınmaya, tarımdan sanayiye, eğitimden istihdama, memleketin hayati öneme sahip konularda istikrar sağlanacağına dair sözler verilmemiş miydi?
Doğalgaz faturaları ile halk adeta haraca bağlanıyor ve esnaf iflasın eşiğine geldi.
Vatandaş yağmurda çamurda ekmek kuyruklarına mahkum ediliyorsa, boş baklava, kaşarsız tost, içsiz köfte, 2. el giysi satılmaya başlanmışsa, halk ekran ışığı ile aydınlanıyor ve battaniye altında oturuyorsa bu ülkenin alım gücünü, küçülen hayatları özetlemiyor mu?
Düne kadar “tarım ülkesi” olması ile övündüğümüz Türkiye’nin, nasıl “tane ile satış” dönemine geçiş yaptığının açıklamasını kim yapacak?
Buna göre:
- 1 adet salatalık 5,13TL
- 1 adet domates 2,63TL
- 1 adet patlıcan 5,25TL
- 1 adet biber 2,00TL
- 1 adet muz 2,00TL
- 1 adet portakal 2,50TL
- 1 adet nar 7,00TL
- 1 paket bulgur 6,00TL’den 19,00TL’ye
- 1 paket makarna 3,00TL’den 7,00TL’ye çıkmışsa…
Bu enflasyonu sorgulamak mağdur halkın en doğal hakkı ve iktidarın ise en önemli görevi fiyatlardaki bu kontrolsüz artışın hesabını vermek değil midir?
Sizce de Türkiye’nin bugünkü hale gelmesindeki en etkin rol “tek adam rejimi” değil midir?
Bakanlar Kurulu’nun tarihe karışması ile tek adamın omuzuna binen ağır yükün altında ezilmesinin faturası sonuçta vatandaşa çıkmaktadır.
Bir devletin sağlıklı bir şekilde yönetilebilmesi ve güç zehirlenmesine uğramaması için iktidarların her dört senede bir değişmesi elzemdir.
…ve ne yazık ki 2017 yılında “istikrar” için oy isteyenler, bugüne kadar geçen zamanda halkı “istikrarla” yokluğa, yoksulluğa ve umutsuzluğa mahkûm ettiler.
Sadece fanila ile dolaşmayıp, doğalgazı, ışığı açmayıp, nerede ise yemeden, içmeden hatta mümkünse nefes almadan yaşamayı salık veren bir yönetim bu halka nasıl bir refah sağlayabilir?
Kısacası yurttaş öfkeli ve saray çaresiz…
Düne kadar umudunu yitirmeyen halk, seyirci kaldığı liyakatsiz kadro atamaları karşısında, -artık yapılmayacağı açıklanmasına rağmen- gece yarılarında alınan ani kararlar, kurumların itibarsızlaştırılmasına, eş-dost-akraba-yandaş ve beşli çetenin ihya edilmesi ile halkın yokluk ve umutsuzluğa mahkum edilmesine, Türkiye’nin dünyada en yüksek enflasyona sahip 5 ülkeden biri haline gelmesine nasıl sessiz kalabilir ve hala umut içinde olabilir?
Günlerce elektriksiz ve doğalgazsız kalan sanayicileri, istihdam sağlayamayan özel sektör, asgari ücrete yapılan zammın birinci ayın sonunda açlık sınırının altında kalması ile bugün yoksulluğa ve eşitsizliğe mahkûm edilen bir ülkeye dönüşmesine neden oldu.
Modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen düşünür, devlet adamı ve tarihçi İbn Haldun, toplumun çöküş belirtilerini 14. yüzyılda bakın nasıl anlatmış:
- Dayanışmanın yok olması
- Üretimin zayıflaması
- Tüketim çılgınlığı
- Vergiler
- Liyakatsizlik olması
- Adaletsizlik
- Umutların kırılması
- Göçün hızlanması
- İblisane gurur ve kibir
- Gösteriş, riyakarlık ve yalakalık.
…ve yine buna göre “Buhranı ne ilahi iradeyle izaha kalkışabiliriz ne dış güçlerle, çöküşün sebebi kucağında yaşadığımız toplumun iç yapısıdır.” der İbn Haldun.
- yüzyılda yaşamış olan bu değerli düşünür ve devlet adamı o dönemde bu öngörülere sahip iken ve 2022 yılında bu gerçeklerin gözardı edilmesi ile “Gazap Üzümleri”ndeki gibi ekonomik düzen içerisinde aile yapısının bozulması, buna bağlı olarak bireyler üzerine kötü etkilerin olması kabul edilemez bir durumdur.