24 EYLÜL 1945
En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür.
(Nazım Hikmet)
Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden biri; dünyaya mal olmuş bir sanatçı olan Nazım Hikmet’i, “otobiyografik şiiri” ile daha yakından tanımayı amaçlıyorum “Nazım Olmak” adlı bu yazım ile. Onun hayatını bilmek; Nazım’ın eserlerini hakkını vererek değerlendirmek için, şüphesiz büyük önem taşıyor. Gönül isterdi ki Nazım Hikmet’in “şiirini, romanını, tiyatrosunu, ressamlığını, bir ömür boyu süren siyasi mücadelesini, dillere destan aşklarını” bu yazımın kapsamına sığdırabileyim. Malum yerimiz dar. Nazım Hikmet’e dair bu başlıklar “vatan şairinin” hakkında yazacağım başka yazıların konularını dilerim ki teşkil edebilir.
Büyük üstadın bizatihi kendisinin yaşamından sunduğu kesitlerle onu ve yapıtlarını daha iyi idrak etmek mümkün. Türkiye’de aydın, komünist ve muhalif olmasının bedelini esaretle ve sonrasında memleket hasreti ile ödeyen Nazım’ın hayat hikâyesi, bu olumsuzlukların yaratıcılıkla beslendiği çarpıcı bir yaşam öyküsüdür. Dizelerinde şöyle der Nazım Hikmet “Yazılarım otuz kırk dilde basılır. / Türkiyem’de Türkçemle yasak” Şüphesiz ki Nazım kadar vatansever bir şair için en acı yoksunluklardan biri memleketinde yasak oluşudur. Nazım ya mahpustur ya mecburi sürgün ya da göçmen. Asılsız davalarla yaşamının on yedi yılı hapishanelerde geçer. 1950 yılında çıkarılan Genel Af Yasası’yla serbest kalsa da yaşamına yönelik komplolar nedeniyle yeniden yurtdışına çıkmak zorunda kalır. Memleketine ve sevenlerine özlemini şiirleri ile anlattığı zorunlu sürgün dönemi başlamıştır… O artık göçmen bir kuştur vatanına dönemeyecek…“Vasiyet” şiirindeki dizelerinde “Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, / ölürsem kurtuluştan önce yani, / alıp götürün / Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni. / der. Ne yazıktır ki bu arzusu gerçekleşmeyecektir. Vasiyet şiirinin son dizelerinde “ve de uyarına gelirse, / tepemde bir de çınar olursa / taş maş da istemez hani…” diyen ustaya, zamanın Türkiyesi Anadolulu bir çınarın gölgesini dahi çok görecektir.
Nazım Hikmet’in eserlerini ve mücadelesini daha iyi özümseyebilmek için yaşamına otobiyografik özellik taşıyan şiiri ile bir göz atalım. Nazım kendi kaleminden hayat yolculuğunu şöyle anlatır:
“1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem.
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-parti konukluğu ve
on dördümden beri şairlik ederim.
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler,
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prağ’dan Havana’ya.
Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’te
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında ezilmedim
951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırt üstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın, içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı, ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene, uçağa, otomobile,
çoğunluk binemiyor.
operaya gittim,
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere ben de gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye,
ama kahve falına baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiyem’de Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım,
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
11 Eylül 1961, Doğu Berlin “
Nazım Hikmet’in yaşamı üretkenlik, yaratıcılık, siyaset, mahpusluk, aşk, haksızlıklar ve son kertede memleket hasreti ile geçiyor. Yazımı bitirirken bu hasretini çok yoğun bir şekilde ifade ettiği memleketim şiirini paylaşmadan edemiyorum:
Memleketim
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanım da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
en farktinda yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim…
Nazım Hikmet