Hani tüketim ekonomisine alet edilen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü var ya…
İşte o gün ne çok acıların sonucu olarak bir “anma” günü ilan edilmiştir aslında.
1857 yılında 129 kadın bugün dünya kadınlarına pırlantalar ya da çiçekler alınsın diye ölmedi!
İşin özünde kadına mobbing, kadına şiddet, kadın cinayetlerinin her geçen gün arttığı bu dünyada sizce hangi “Kadınlar Günü”nden bahsedilebilir?
İşin doğrusu emeğe saygıyı hak edecek sayısız kadın var bu dünyada…
Mesela Behice Boran…
Şöyle paylaşıyordu Behice Boran hapishanedeki bir anısını:
“Hapishanede en yaşlı bendim, tutuklu kadınların çocukları bana ‘anneanne’ derlerdi. Bir gğn havalandırmada güneşlenirken, küçük bir çocuk yanıma geldi. ‘Anneanne gel, sana bir şey göstereceğim’ dedi. Duvarın dibinde küçücük bir ot bitmiş. ‘Anneanne, ağaç bu mu?’ diye sordu. Gökyüzüne bakakaldım… Gri.”
Bu vesile ile 10 Eylül 1987’de aramızdan ayrılan Akademisyen ve Sosyolog Behice Boran’ı saygı ile anıyoruz.
Feride Çiçekoğlu’nun yazdığı romandan filme uyarlanan ve yönetmenliğini Tunç Başaran’ın yaptığı “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmini çoğunuz hatırlıyorsunuzdur.
1989 yılı yapımında annesi hapishanedeyken onunla kalan Barış adındaki çocuğun yaşadıklarını ve Türkiye’deki hapishane koşullarını anlatan film de çok dokunaklıydı:
”Barış’ı tanıdığım yerde, ne çiçekler vardı, ne de başı bulutlarda bir çınar… Simitçinin gevrek sesi bile giremezdi oraya. Taş avluya yalnızca kuşlar konardı bazen. Adının anlamı dünyayı kucaklasa taşta büyümezdi Barış, ama bunu bilmezdi anası. Babasının sevdiği bir şarkıcının adıymış -yalnızca- bu yüzden konmuş adı… ”
Hapishanede büyüyen 5 yaşındaki bir çocuğun gözünden sevgi, adalet ve özgürlük kavramlarına değinen Uçurtmayı Vurmasınlar, hiç kuşkusuz Yeşilçam’ın en dokunaklı hikâyelerinden birine sahipti.
Annesinden göremediği ilgiyi, aynı hapishanede cezasını çekmekte olan siyasi suçlu İnci’de bulan küçük Barış için dünya hapishane avlusunun uzun sarı duvarlarının kapsadığı alandan ibaretti.
Ancak yukarıdaki masmavi gökyüzü kuşlar aracılığı ile ona başka şeyler fısıldamışlardı.
Yine de şikâyet etmezdi o.
Tahliyesi yaklaşan İnci giderken onu da yanında götürse kâfi olacaktı.
Ama İnci’nin gitmeden önce söyleyebileceği tek şey, ”Bakarsın, bir gün uçurtma olup dönerim.” oldu.
Ne var ki, ipi kopan bir uçurtmayı geri almak kolay değildi.
Yukarıdaki iki örnekte kısıtlı metrekarelerde büyütülen “otu” ağaç zanneden; “güvercinlerde” özgürlüğü gören çocukların büyüdüklerini yaşayamayanları şöyle bir tasavvur etmelerini diliyorum.
Havalandırmayı sokak bilen, masallar yerine hayallerle büyütülen çocuklar ve yataklarını onlarla birlikte paylaşan “mapus kadınlar”a ithafen…