“Ekonomik büyüme”, bir “kavram” olarak yaşanan hayata faal bir etkide bulunmamaktadır.
Görsel ve yazılı basından büyüdüğümüzü gören halk, “Vay be büyümüşüz yine… Helal olsun bize!” diyerek sadece bir-iki saniye süren sevinme evresinden sonra ekmek parası için yeniden debelenmeyi sürdürür.
Büyümeyi, “çok fazla açılmadan”, kah “ayağını yorganına göre uzatarak”, kah “yuvarlanıp gitmek” suretiyle büyümek olarak da özetleyebiliriz.
Zaten hayat bilgisi dersi de bizlere her şeyi ölçüsünde ve tadında kullanmayı, iktisat ile yaşamayı öğretmemiş midir?
Bir ülkede yaratılan ulusal gelirin ve bundan kişi başına düşen miktarın, bir yıldan öteki yıla olumlu yönde gerçekleşen artışı “ekonomik büyüme” olarak adlandırılıyor ise, hangimizin kafasında milyonlarca soru işareti oluşmaz?
“Ekonomik büyüme” dediğiniz, ülkemizde sadece finans sektörü ile tüccarın, müteahhidin faydalandığı bir büyümedir ve bu büyüme çalışana, üretene, esnafa, emekliye asla yansımaz.
Çünkü onlar Türkiye’nin bir Yunanistan, Portekiz, Pakistan, İspanya, Arjantin, İrlanda, İzlanda ya da Venezuela gibi olmaması için fedakarlık etmek zorundadır!
Ülkenin yönetimindekiler ise bu büyümeden sonuna kadar paylarını alırlar ki yurtdışına ve gelen yabancı misafirlerine karşı devleti haşmetli, “itibarda tasarruf edilmediği”ni gösterebilsinler.
Örnek vermek gerekirse:
“Bir kavanoza konulmuş karıncaların sayısının artması da o karınca Popülasyonu açısından bir ‘ekonomik büyüme’dir. Neden mi? Çünkü bu, nihayetinde ‘yeni emek gücü’ anlamını taşır. Hele ki o emek gücünü değerlendirebilecekleri bir miktar toprak da mevcut ise, o toprağı şekillendirip yeni değerler yaratabilirler. Kısacası büyürler ve üretirler. Ancak kavanozun içinde olduklarından dolayı kaynakları sınırlıdır ve ne kadar hızlı büyürlerse o oranda da çabuk yok olacaklardır.”
İşte bu, “sürdürülemez büyüme” yani bir nevi kanserdir!
Tıpkı karınca örneğinde olduğu gibi, sürdürülmez büyümede kredi kartları ve tüketici kredilerinin etkisi büyüktür.
Halk sahip olmadığı para ile kendilerine ait olmayan suni bir refahı yaşıyor.
Konutlar allanıp pullanıp, yüksek rakamlarla halkın beğenisine sunulurken, vatandaş sahip olabilmek için en az yirmi yıllık borcun altına giriyor.
Sürekli olarak değiştirilen enflasyon hesaplamaları ile enflasyon olduğundan düşük gösteriliyor.
Enflasyon üzerinden bile maaş zammı alamayan ücretli kesim ise bu nedenle her geçen yıl daha da fakirleşiyor.
Aynı alışkanlıklarla yaşamını idame ettirmeye çalışan çoğunluk buna parasının yetmediğini ifade ediyor.
Etrafınıza şöyle bir bakın!
Pek çok kişi maddi açığını kapatmak için kredi kartı ve tüketici kredilerine sarılıyor.
Evet, ekonomi büyüyor ama insanların alım gücü geriliyor.
(Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Nisan-Haziran 2019 dönemine ilişkin GSMH (2009=100), 2019 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 1,5 azaldı.)
Diğer yanda ise “kalkınma” ile “ekonomik refah” birbiri ile ilişkilendirilemez.
Kalkınma, işin özünde endüstrileşme ile gerçekleşir.
Arap ülkeleri yıllardır petrol gelirleri ile ekonomilerini büyütmelerine rağmen, bugün bir vidayı dahi üretecek teknolojiye sahip değillerdir.
Ekonomik refah ise işin ayrı bir boyutudur.
Yalnızca patron sınıfının büyüdüğü bir ortamda ekonomik refahtan bahsedilemez.
Kaldı ki büyümenin uzun vadeli olabilmesi için zenginliğin tabana yayılması şarttır.
Türkiye ekonomisinin son yıllarda hızla büyüdüğü dile getiriliyor olsa bile ülkemiz kalkınma ve ekonomik refah açısından kesinlikle sınıfta kalmıştır.
Ayrıca “ekonomik büyüme” ile “sürdürülebilir kalkınma” da aynı şey değildir.
Sürdürülemez büyümede kaynakların yetersizliği ile doğrudan ilişkilendirmek ne derece doğrudur, bu tartışılır.
Petrolün yerini güneş enerjisi de alabilir.
Ancak bu süre içinde siz “büyüyeceğim, diğer ulusları geçeceğim” derken ormanlarımızı heba ediyor, iklimimizi kuraklaştırıyorsunuz.
Liberal ekonomi politikaları ile ekonomik yapı üzerindeki kontrol mekanizmalarını sıcak para pahasına çok uluslu şirketlere bırakıyorsunuz.
Yatırımlarınızı uzun vadedeki teknolojik yatırım yerine çimento sektörüne yatırmaya devam ettiğiniz sürece, sonumuzun mayalar gibi olması muhtemeldir.
Yeri gelmişken, Mayalar ile ilgili bir Anekdot eklemek isterim.
Mayalar, zannedildiği gibi İspanyollar tarafından değil, ormanları kesmeleri sonucu oluşan kuraklık nedeniyle ortadan kalkmışlardır ve Anadolu’da Likya Yolu’ndaki şehir devletleri üzerinde de bunun birçok örneği mevcuttur.
Her ne kadar uzak gibi bir ihtimal gibi görünse de: “Gelecek yıllarla ilgili öngörülerinizi yaparak büyüme sonucu elde ettiğiniz rezervlerimizi o alanlara kanalize eder, düzgün bir eğitim sistemi ile bir sonraki jenerasyonumuzu sağlama alır, iklim değişikliği risklerine karşı dayanıklı bir tarım sistemi inşa eder, bu arada topraklarımızı fazla sayıda askere ihtiyaç duymadan çevremizdeki uluslardan koruyabilecek teknolojiye erişirseniz…”
Yani sözün özü; sermayenizin üretkenliğini artırırsanız, işte o zaman bu büyüme kesinlikle takdiri hak edecektir.