Narsist kişilik bozukluğu; yani Narsisim adını Narkissos adında bir mitolojik karakterden alır. Narkissos çok yakışıklı genç bir avcıdır. Bir gün suda suretini görür ve ona aşık olur. Kimi rivayete göre kendine hayran suya bakarken düşüp boğulup ölür kimine göre de aşkından yemeden içmeden kesilip suyun başında ölür ve bedeni Nergis çiçeğine dönüşür.
Neticede bu mitolojik kahramanımız her iki durumda da kendine aşık olması yüzünden ölür.
Narsisim çoğu zaman egoizm le karıştırılabilir. Ama uzmanlar birinin hastalık diğerinin de bir davranış bozukluğu olduğunu söylerler.
Her insanın içinde kendini sevmek, beğenmek duygusu vardır ve de olmalıdır. Bu duygunun en yoğun yaşandığı zamanlar da çocukluk yıllarıdır. Bir çocuk sadece kendisiyle ilgilidir, onun istekleri, onun açlığı, canının yanması her şeyden daha önemlidir. Neredeyse hiç empati kurmaz çevresiyle. Ancak konuşmaya başlamasıyla algı durumu gelişir, ilişkilerle kişilik oluşumu başlar. Birçok duygu ve davranış yerli yerine oturur, kendi dışındakiler önem kazanır ya da kazanmaz.
Halk arasında bir değim vardır. “İnsan kendini beğenmezse ölür”.
Halk söylemişse doğru söylemiştir.
Şimdilerde “kendinin sevmek” deniyor. Kendini sevmek kavramı; benliğinin kendince onayladığı yanlarına sahip çıkmak, varlığını korumak son derece önemli. Dengeli bir hayat sürdürebilmek, mutlu olmak için. Gerektiğinde “hayır” diyebilmenin getirdiği bir öz güven.
İşte bu “öz güven” sağlıklı gelişmediğinde bir ömrün sonuna kadar çekilecek acıların tohumu atılıyor.
Çocuk; aileden çıktıktan sonra, eğer köklü bir öğretim almamışsa aileden, toplumun dayattığı öncelikle eğitimde, acımasız rekabet ve yarışın içinde sadece ve sadece kendi çıkarlarını koruyarak bir yere gelinebileceğinden başka bir yol seçemiyor. Çünkü bu rekabetçi sistem, önce ve her şeyden önce ben demeyi gerekli kılıyor. O yüzden Egoizm; düşünce ve bilinçle değiştirilebilir bir davranış bozukluğu olarak çıkıyor karşımıza.
Narsisim ise; ilgiye ve onaya bağımlılık, üstünlük inancı, karşısındakini değersizleştirme, vitrin algısı, karşısındakinde etki uyandırma zaman zaman hastalık hastası, içsel huzursuzluk gibi bir dizi özellik barındırıyor içinde.
Uzunca bir girişten sonra, konunun bence önemli noktasına gelelim.
Bir genç düşünün, geleceği için bin bir soru var kafasında, eğitimdeki vahşi rekabetle baş edemiyor. Gelecekte var olma umudu yok. Bir de önünde sosyal medya var. İşte orada istediği her şey olabilir. Sadece gençler değil tabi ki bu her yaş gurubu için geçerli ama gençler, gelecek olduğu için tabi ki daha önemli.
O sanal ortamda olmak istediği her şey olabilir.
Profiline kendi fiziğine güvenmiyorsa başka bir foto koyabilir.
Olduğu değil olmak istediği gibi olma duygusu.
Ya da eğer fiziğine güveniyorsa kendi fotosuyla ama hiç olmadığı bir durumda gösterebilir kendisini tüm sanala. Yazışabilir, ilişkiler kurabilir.
Bu hangi hastalığa neden olur? Ya da bu durum neyi besler?
Narsisim!
Eğer bu bir hastalıksa, sosyal medya bu hastalığın şiddetle yayılmasının nedenlerinden biri.
Şimdi tekrar sayalım bu hastalığın özelliklerini.
İlgiye ve onaya bağımlılık.
Vitrin algısı.
Karşısındakinde ilgi uyandırmak.
Beğeni aldıkça en iyisinin kendisi olduğuna inanma.
“Öz çekim” “şelfi” …her beğeni “özseverliğini” beslemiyor mu?
Aldığın her beğeni mutluluk hormonunu etkilemiyor mu?
Tekrar söylüyorum, bu her yaş gurubu için geçerli ama benim sorunum öncelikle gençler.
Sanal, başlangıçta eğlenceli gelebilir. Ama hayatın kendisi değil. Eninde sonunda hayatın kendisiyle yüzleşeceksiniz bunu unutma. Aslında kedinle kaldığında yüzleşiyorsun da.
Siz kendinize aşık olmayın, bırakın elini tuttuğunuz, ona belki mektuplar yazdığınız birine aşık olun.
Ya da sevgiyi göz göze gelmeyen klavyelerde aramayın.
Sosyal Medya, sizin için boğulacağınız bir göl olmasın.
Üzülürsünüz. Ölürsünüz!