Ruth Bader Ginzburg ismine daha önce bir yerlerde rastlamış olabilir misin? Belki bir kitaptan okumuş ya da bir filmden izlemişsindir. Ancak şunu söyleyebilirim ki büyüleyici bir kadın Ruth. Alıştığın anlamda bir büyüleyicilikten söz etmiyorum tabii. Mücadelesi çok çarpıcı ve büyüleyici. Sözümü çok uzatmadan, sana bu haftaki satırlarıma kaynaklık eden bir film hikayesini anlatmak istiyorum. O hikâye ki hala hepimizin hayatından geçip giden hikayelerin acı bir özeti. Çok uzun zamandır kafamda uçuşan düşünceleri nasıl yazabilirim ve nasıl ifade edebilirim diye planlarken, bundan birkaç yıl önce izlediğim eşitlik savaşçısı adlı bir filmi hatırladım ve bu film yazacaklarıma kapı açtı. Ruth Ginzburg, esasında bir toplumsal cinsiyet uzmanı ve Amerikan Yüksek mahkemesi üyesi bir kadın. Eşitlik savaşçısı adlı filmde Ruth’un hayatına ve bu hayatın içinden geçtiği çelişkilere yer veriliyor. Kısaca özetlemek gerekirse, Filmde Ruth’un toplumsal cinsiyet eşitsizliği bulunan bir kararın bozulması sürecinde verdiği mücadeleye yer veriliyor.
1960-1970’li yıllarda, Harvard üniversitesi hukuk fakültesinde elin parmaklarını geçmeyecek oranda az sayıda kadın bulunuyor. Üniversiteyi birincilikle bitiren Ruth da bu az sayıdaki kadından biri. İş için başvurduğu hiçbir şirket Ruth’u Kabul etmiyor. Şirketler, Kadınların çok duygusal oldukları için hukukçu olamayacağını söylüyor. Üniversiteyi birincilikle bitirmesi bile Ruth’un karşısına bir engel olarak çıkıyor. Şöyle ki; Birincilikle tamamlaması nedeniyle, fazlaca dominant olma ihtimali olabilir diye Kabul edilmiyor Ruth. Üstelik firmada zaten bir kadın olduğu için ihtiyaçları olmadıklarını belirtiyor firmalar. Siz üniversitede filan akademisyen olmayı seçin deniyor Ruth’a. Zaten öyle de oluyor ve Ruth, akademide profesörlüğe kadar yükseliyor. O dönemin Amerika’sının da toplumsal cinsiyet bağlamında çok başarılı bir sınav verdiğini söylemek mümkün değil yani. Kadınlar aleyhine 178 ayrımcılık maddesi barındıran kanun olduğunu öğreniyoruz filmden. Örneğin bir kadın, eşinin izni olmadan kredi kartı alamıyor. Fazla mesai ücreti ödenmiyor. Pilot, polis ve itfaiyecilik gibi kimi erkek mesleği sayılan meslekleri yapamıyor.
Tüm bu kısıtlar, kanunlarda açıkça yer alıyor ve bir kadının özgürlük alanlarını yok ediyor. İlginç olan durum şu ki; Ruth’un tüm bu ayrımcılıklara karşı başlattığı sivil haklar mücadelesine bir erkek müvekkilinin mağduriyeti sebep oluyor. Ruth’un müvekkili bekar bir adam ve hasta annesine bakmak üzere bir bakıcı tutuyor. Tüm kadınlara sağlandığı şekilde, Bakıcının ücretinin vergiden düşülmesini istediğinde, erkek olduğu için mahkemece
Reddediliyor talebi. Öğreniyoruz ki, Yalnızca kadınlar bakıcı vergi indiriminden faydalanabiliyor. Böylece kanundan sadece kadınların bakıcılık yapmak zorunda olduğunu anlıyoruz.
Ruth bu kararı temyize götürüyor. Bu süreçte karşılaştığı argümanlar ise inanın günümüzü aratmıyor. Nasıl yani kadınlar cephe önünde mi bulunacak?
Madende çalışmak mı istersin? Peki çocuklara kim bakacak? Okuduğun tüm bu cümleler, seni şaşırtmasın. Zira o dönemin emsal kararlarında ve yazışmalarında yer alan ve günümüzde de hala sessiz bir şekilde güncelliğini koruyan kararlar bunlar. Benzer argümanların savunulmasının temel gerekçesi ise devletin kadınları bazı iş alanlarından uzak tutmasının nedeni onlara ayrıcalık sağlamak ve korumaya dayanıyordu. U sorunlu bakışın kadın üzerine inşa ettiği tipik kadın yaklaşımını görüyorsundur. Ruth’un bu argüman üzerine söyledikleri ise çok çarpıcı ve çok düşündürücü. Sizin ayrıcalık dediğiniz şeyler aslında birer kafes ve kanunlar da onların parmaklıkları. Bu söylemin tarihi değiştirecek bir söylem olduğuna inanıyorum. Buraya almamın nedeni ise sakatlık hareketinin de yıllar içinde farklı mücadele şekillerinden pek çok anlayışı ödünç aldığını görmeni sağlama gayreti.
Şimdi bir düşün; kişiyi engelli yapan şey, yalnızca onun biyolojik olarak sahip olduğu yeti kaybı mıdır? Önyargıların ya da toplumsal düzenlemelerin yeti farkı olan insanların hayatlarındaki etkisinin sıfır olduğunu söyleyebilir misin? Şöyle kabaca bir incelediğinde bile görebilirsin bence; pek çok mevzuat engelli bireylerin korunması, himaye edilmesi gibi kökleşmiş maddeleri içeriyor. Geçtiğimiz haftalardaki bir yazımda paylaşmıştım. Hala kör bir Vatandaş olarak yaptığın finansal işlemlerde; ev, araba alış satışlarında, banka işlemlerinde ve noterlerde kendi başına işlem yapamıyorsan, sana hala ısrarla ve ısrarla bir şahit dayatması yapılıyorsa, bulunabilecek pek çok dijital çözüm varken bir adım atılmıyorsa, sen de kendini bir kafeste hissediyor olabilirsin. Filmde olduğu gibi, kanunları koyanlar, tüm bunları koruma amacıyla yaptığını ifade ediyorlar. Hala sıradan biri gibi gizli ve mahram bir şekilde oy kullanamıyorsan, hala oyunu bir başkası eşliğinde vermek zorunda kalıyorsan, işte yaşadığın bu olumsuzluklar, kanunlarda hep seni korumak ve himaye etmek üzere yer aldığı için yaşıyorsun.
Yıllar yıllar önce kadınların hangi meslekleri yapıp yapamayacaklarını onlara dayatan kanunların, hala pek çok boyutuyla yeti farkı olan bireyler için maalesef günceliğini koruduğunu biliyor muydun? Üniversitelere yerleştirme kılavuzlarında halen kör bireylerin sözel bölümleri seçmesi gerektiğinin yazılı olduğunu biliyor muydun? Sahip olduğumuz yeti farklarının, cinsiyet ve ırk gibi biyolojik çeşitliliğin bir parçası olduğunu daha yüksek bir sesle haykırmaya ihtiyacımız yok mu? Sürekli ayrıcalıkları, indirimleri, ücretsiz hizmetleri vurgulayan sivil toplum kuruluşlarının daha evrensel ve anlamlı roller üstlenmeleri gerekmiyor muydu bugüne kadar? Yukarıda paylaştığım kimi ifadelerin kadınlar ve yeti farkı olan bireylerin karşısına çıkarılan argümanların bir kısmını ben de farklı boyutlarla kişisel hayatımda deneyimledim. Bir çırpıda buraya hepsini yazıp dökmem mümkün olmasa da bir iki örneği paylaşmak isterim. Ancak senden de önceki haftalarda pek çok farklı konuya değindiğim kendime ve kimi zaman da arkadaşlarıma dair deneyimlerimi geriye dönük olarak okumanı çok arzu ederim. Zira yazılar geride kalsa da yaşanmaya devam edenler hep aynı.
2004’te Üniversite’den henüz mezun olduğum bir dönemde, Boğaziçi Mezunlar Derneği tarafından bir iş görüşmesine davet edildim. Bir ilaç firması özgeçmişimden çok etkilenmiş ve işe alım için benimle tanışmak istemiş. Mezunlar derneğimizdeki arkadaşım da en az benim kadar heyecanlıydı haberi verirken bana. İlaç firmasının bir insan kaynakları uzmanı benimle görüşmeyi gerçekleştirdikten birkaç hafta sonra, genel olarak mülakatımızın çok Güzel geçtiğini, fakat aldıkları her adaya uyguladıkları bazı görsel testleri kör olmam nedeniyle bana uygulayamayacakları için genel zekâm ve psikolojik duygu durumum hakkında bilgi alamayacakları gerekçesiyle beni
Reddettiler. Başka bir yolu olabilir mi diye bakmayı akıllarından bile geçirmediler. Lisede bir Ingilizce öğretmenimin yabancı dile çok yetenekli olduğumu bildiği halde, tercihimi sözel bir bölümden yana kullanmam gerektiğini istemesini asla ama asla unutamayacağım hayatım boyunca. Kim bilir belki kendisine fazladan işler çıkacağı endişesiyle koca bir hayatın yolunu çizmiştir. İş yerinde katıldığım bir yöneticilik adayı sınavı sonrasında görüşmede, sen bu halinle yönetici mi olacaksın diyen yöneticinin söylediğini hala unutmadım ama liyakatsiz olarak geldiği yerden gidişini de çok net hatırlıyorum. Bir polifonik koronun seçmelerine katıldığımda, ben koromda hasta insanlar istemiyorum diyen koro şefinin bilgeliğini beklemek, küçük bir çocuk için fazla büyük bir hayal miydi sence? Hala ülkemin konservatuvarlarına opera şan okumak üzere bir kör öğrenci adayı müracaat ettiğinde, son durum nedir bileniniz var mı? Kabul etmiyorlar mı hala? 1970’li yıllarda Ruth’un bir kadın olarak hukukçu olamayacağını söyleyen ve savunan zihniyetin bir benzeri, şimdiler de kör avukatların hâkim olamayacağını dayatıyor bil istedim.
Evet evet senin de çok yakından bildiğin, şu ünlü engelliler haftasına birkaç gün kala, bir hayli maruz kalacağın politikacıların, medyanın ve yapılacak muhtemel karikatürize edilmiş veya aşırı dramatik programlar öncesi alternatif bir şeyler de okumanı istedim. Senden farklı olanı dönüştürmeye, değiştirmeye, normalleştirmeye harcadığın çabanın sadece yarısının yarısını oldukları şekliyle Kabul etmeye çalışman, erişilebilir çözümler bulabilmenin yolunu keşfetmeye gayret etmen, gelecek için en büyük anahtardır. Bu anahtarı kimin nasıl kullanacağı ise zihnindeki insani sihre bağlıdır. Ayrıcalıkların sağladığı geçici konforundan ve kalıcı mahkumiyetinden çok uzaklarda olacağımız sahici yaşamlar dileklerimle.
Sevgimle, sevdamla.