Bu yazımı kadın kimliğimle değil, dünyanın bir parçası olan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkes gibi aynı havayı soluyan bir bireyi, bir vatandaşı olarak kaleme alıyorum.
Yazıma öncelikle bir soru ile başlamak istiyorum.
Bir ülke halkının yükselen çığlıklarına kulak verilmiyorsa, neden halk oylaması yapılır?
Açıkçası bu sorunun yanıtını bulmakta oldukça zorlanıyorum.
Bir toplumda çalışanın uğradığı haksızlığa, çocuğun uğradığı istismara, kadının uğradığı şiddete çare olunamıyorsa, kanayan yaralara göz ucu ile bile bakılmıyorsa, neyin vaadi ile seçim yapılır?
İnanın, yapılan yollardan, dikilen saraylardan daha öncelikli sorunları vardır bu ülke insanlarının.
Vatandaş haksızlığa uğradığını düşünüyor ve hakkını alamıyorsa, sesini duyurabilmek için ne yapar?
Buradaki konu ekmeğinden olacağına “sallabaş” yapıp, karnını doyuranların, mantığını kapsamıyor.
Çünkü karın doyurmak her bireyin en öncelikli insani hakkıdır.
Her birey, emeğinin karşılığını insafsız rejimin gönlünden kopan bir sadaka olarak değil, hakkı olanını alabilmeli ve yanlış gördüğünü korkusuzca ifade edebilmelidir.
Açlıktan ölümler olmasa da hakkını aramayan ve sosyal güvencelerinin olmamasından dolayı tedavi olamayan çok insana mezar olmuştur bu ülke.
Tersanelerde, madenlerde ve daha birçok istihdam alanlarında yaşanan iş kazalarından dolayı birçok ölüm ve sakatlanmalar yaşanmaktadır ve her olayın üzeri adeta ölü toprağı ile örtülmektedir.
Damarlarımızda gezinen sindirilmişlikten dolayı her geçen günde yavaştan ölüyoruz.
Baba, ağabey, amcanın baskısı ile çocukluktan itibaren baş eğmeye zorlanıyoruz.
Evdeki kocadan şiddet görerek, sokaktaki adamı reddederek tek suçumuzun “istememek” olmasından dolayı cinayete kurban gitmediğimiz gün mü var?
Platon der ki: “Bir insan tanrıların varlığına hiç inanmasa da, eğer aynı zamanda dürüst bir mizacı varsa, böyle kişiler insanlardaki kötülükten nefret eder; yanlışlıklara karşı olan nefretleri, onları yanlış işler yapmaktan uzaklaştırır; haksızlıktan kaçınırlar ve namuslu yaşarlar.”
Bu sözü paylaşma nedenimin altında çok yakın geçmişte, 8 Mart’ta düzenlenmesine köstek olmak amacı ile ortaya atılan “Bunlar kadın değil terörist! Ezanı ıslıkla protesto ettiler.” zihniyetidir.
Oysa her 8 Martta “Feminist Gece Yürüyüşü” çeşitli kadın örgütlerinden, çevrelerden, forumlardan katılan kadınların; patriyarkaya, cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, heteroseksizme, erkek şiddetine karşı protesto amaçlı yapılmaktadır.
Yerel seçimlere günler kalması mıdır yoksa sizleri bu kara çalma düşüncesine iten?
Platon’un dediği gibi bu kadınlar ve haksızlık kurbanı olanlar, kötülükten ve yanlışlıklardan nefret ettikleri için bu yürüyüşeleri yaparlar.
Bugüne değin hangi dinden olursa olsun, hangi deist ve ateist olursa olsun, hiçbir dine dil uzatmamıştır ve uzatmaz da.
Sadece karşıt amaçlı bir eylem olmasından mıdır bu öfke bu celal?
Oysa yükselen her ses, sizlere anahtar ve rehber olmalıdır.
Bir ülkenin kalkınabilmesi için öncelikle halkının huzur içinde yaşaması ve rahat bir nefes alması gerekmez mi?
İnanınız ki kargaşa, istikrarsızlık, kin ve öfke patlamalarından dolayı herkesi saran endişe ve korkulara karşı vaat edeceğiniz ilk şey huzur olmalıdır.
…ve hiçbir seçim ne beka sorunu, ne de çoğu sadece Türkçe konuşan vatandaşın sözlük anlamını bilmediği sözcükler, bu milletin huzurundan ve refahından önemli değildir.
Su akar, göz bakar, ıslık ne hacet?