Sevgili okur, birazdan okuyacaklarını asla kendimi övmek, böbürlenmek ve küstahlık etmek için yazmadım. Yalnızca bir topluluğa göre azınlıkta kalmanın sonuçlarını yaşayanlar olarak çırıl çıplak önüne sermek istedim hepsi bu. İstedim ki uzak durduğun hayatlara alışılmış sözlerden, sürülmemiş izlerden, bakmaya cesaret edemediğin gözlerden bir an için sıyrıl ve kalbinle bakmayı dene. İstedim ki kendini yıllardır kapattığın dokunulmaz konforlu fanusundan azıcık çıkar ve üstü kapatılmış her şey gibi, senin de parçası olduğun soğuk gerçeklerle bir kez olsun yüzleş. Bu gerçek kimi zaman bir arkadaş, kimi zaman da bir kardeş. Yabancısı olduğun, yabancılık duyduğun, yalnızlaştırdığın ve yalnızlığına tanık olduğun gerçeğin baş rol oyuncusu etrafında belki de çok karşılaşmadığın yeti farkı olan veya senin değiminle engelli bir bireyin öyküsü bu.
Büyük ve uzun mücadelelerle sonunda neyse ki seninle aynı liseye girdim. Senin beş katın çalışarak, burslu bir öğrenci olarak Aynı dershaneye gittim. Birlikte Üniversiteye hazırlanırken, 3 4 soru daha çözebilmek için senden kendine okurken, yüksek sesle bana da okumanı rica ettim. Okumak istemedin, dikkatim dağılıyor dedin. Uyandığımız her sabah, o akşam 1500 soru çözdüğünü gururla söyledin arkadaşlarına benim hiç çözemediğimi bilebile. Bense sürekli aynı ses kayıtlarını dinlemekten ezberlemiştim konuları, soruları ve cevap anahtarlarını. Senin başarısızlığının hesabını velilerin ve hocalarımız bana kestiler. Bana çok soru okuduğun için, kendine vakit ayıramamışsın. Seni bana soru okumaya yasaklamışlar bir akşam üstü. Yıllar sonra konuşurken öğrendim meseleyi bir arkadaşımla tesadüftü.
Sonra geldi çattı sınav günü. Sen sorularınla baş başa kaldın. Ben en az 2 kişiyle kapısı açık bir sınıfta, dışarıdan gelen gürültüyle bir gözlemci eşliğinde, tüm etik kurallara uyarak sorularımı çözmeye çalışıyorum sanki seninle eşit eğitim şartlarından gelmiş gibi. Ama olsundu; bir önemi yoktu. Şimdi varsa yoksa mühim olan bu sınavı atlamaktı. Evet evet atladım bu sınavı da. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birine girmeyi başardım. Sense günlük 1500 soru çözmüşken kendindeki sıradanlığa şaşırdın.
Bir yılı hazırlık olmak üzere, beş koca yıl çok severek başladığım bölümümü zamanında bitirdim. Kendi kendime az geldim. Kendimi daha da büyütmeye çalıştım. Yeni beceriler ve deneyimler biriktirdim. Çok okudum, çok araştırdım. Kısıtlı şartlarda olsa bile farklı eğitimler aldım. Başka diller öğrenmeye çalıştım. Sanatı, sporu, paylaşmayı ve desteği ihmal etmemeye alıştım. Hep kendime hatırlattım; çalışmanın, üretmenin ve yeni sözler söylemenin yolu bunlardan geçiyor diye.
Fakat yanıldım biliyorum artık yanıldım. Kendimi büyütmeye, yeni bilgi ve beceriler kazanmaya, biriktirdiklerimi arttırmaya ve paylaşmaya gerek yokmuş gördüm, yaşadım. Sen kararını çoktan vermiştin. Sen yalnızca Takım çalışmasına uygun engelli bir çalışan arıyordun. Ama onu takımın parçası yapmayı aklından bile geçirmedin. O kişinin kim olduğunun, Ne olduğunun, neler yaptığının, hangi becerilere sahip olduğunun hiçbir önemi yoktu senin için. Ekip çalışmasına uygun olması ve henüz biriminizde bilinmeyen bir pozisyon için engelli çalışma arkadaşları arıyordun o kadar. Sana göre en deneyimli ve güvendiğin mükemmel ötesi insan kaynakları uzmanınla buluşturdun adayını. Ondan sıradan bir adaya sorulması gereken soruları sormasını bekledim bana. Kendinizi anlatın dedi. Kendimi anlatmaya başladım kısaca. Bildiğim dilleri söyledim. Harika insan kaynakları uzmanın oralı olmadı. Buraya kadar nasıl geldiniz dedi Kutlarım sizi. Bu iş için neden uygun olduğumu anlatmaya çalıştım. Doğuştan mı sonradan mı diye sordu. Sanki doğuştan olduğunu öğrenmesi onun yeniden doğması ve sonradan olduğunu öğrenmesi öncesini ve sonrasını temizleyecekmiş gibi. İletişim gücümü ve işe olacak katkısını anlatmaya çalıştım. Biliyorum siz insanları ellerinden tanıyorsunuz filan dedi. Mezun olduğum okulumdan, aldığım farklı türdeki eğitim ve sertifikalardan söz etmek için tam ağzımı açıyordum ki, biz daha çok sahada çalışacak engelli kardeşlerimizden arıyorduk dedi. Seni buraya kadar yorduk. Şimdi nasıl gideceksin? Sorusuyla bu verimli görüşmenin bittiğini anladım.
Değerli coğrafyamın ilgisiz insanı, sana ve toplumun çoğunluğuna göre, kör bir birey olarak ben bir azınlık olarak sayılıyorum. Tam da bu talihsiz tanım nedeniyle, senin çoğu zaman haberli olduğun, çoğu zaman bihaber olduğun, pek çok zaman da nasıl olsa benim sorunum değil diye görmezden geldiğin, burun kıvırdığın sayısızca ayrıştırmaya maruz kalıyorum küçücük hayatımın büyük kesitlerinde. Kreşte yok saydın, ana okulunda yokmuşum gibi davrandın, ilkokul ve ortaokulda idare edeyim dedin, liseye kabul etmek istemedin, üniversitede gitsin onlar kendileri için varsa üniversitelerinde okusun dedin, Sonrasını zaten takip etmedin. Evet artık iş dünyasına katılmama sıra geldi şimdi ne diyeceksin? Bana dair Süreçlerin öngörüsüz yöneticiler tarafından yine öngörüsüz kurgulanması, üretilen politikaların her zaman anı kurtarma üzerine biçimlenmesine izin verdin, ses çıkarmadın. Bu iş sana göre değil dedin, biz analitik zekâ gerektiren bir çalışan istiyoruz diyerek benim zekamı dışarıdan görebildiğini iddia ettin fakat kendi zekana dair bir haber vermedin. Makinelerin yapamadığı işleri yine makineymiş gibi insana yaptırdın ancak beni o makinelere bile yaklaştırmadın.
Çok vizyonlu sevgisiz işveren, yasal zorunluluklardan saklanma yolunu seçtin. Beni kota uygunluğuna göre, işyerinde çalışıyormuş gösterdin. Bilgi ve becerilerimden faydalanmayı aklına bile getirmedin. Sıradan bir işçi olarak ucuza çalıştırdın ve emeğimi sonuna kadar sömürdün tebrikler. AB’ye uyum önemliydi ya, benim için mesleki eğitim kursları açtın ve benim hangi işte çalışıp çalışamayacağıma, neyi yapıp neyi yapamayacağımı bile sen belirledin. Benim için en iyisiydi ya rekabetten uzak, vasıfsız olabileceğim korumalı işyeri modelini getirerek birazcık da olsun vicdanını temizledin.
Ekip çalışmasına uygun engelli takım arkadaşları aradın ve buldun. Şimdi ise ben estetiğe uygun değilim ya diğer çalışanların psikolojilerini bozuyordum ya beni en kuytu köşelere saklayarak daha da görülmez yaptın. Sen bu halinle mi yönetici olacaksın demekten bile utanmadın bir yönetici adayı değerlendirmesinde. Uzmanı olduğum konularda fikrimi sormadın, toplantılara çağırmadın. Hazırladığım raporları değerli bulmadın ve değerlendirmeye bile almadın. Toplantıda benim alanımla ilgili soruları cevaplamak gerektiğinde, kullanılan ofis sohbet sistemi üzerinden bana yazarak soruların cevabını aldın. Oysa on adımlık yürüme mesafesindeki toplantı odasına beni çağırmayı layık görmedin yine beni yormamak bahanesiyle. Benimle aynı dönemlerde iş dünyasına giren arkadaşlarım kariyer yollarını hızla tırmanırken, ben hala bir işi nasıl yapabildiğimi sana anlatmaya ve kanıtlamaya çalışıyorum. Kendi hayallerim olmayan, ama kendi hayalim yaptığım bir ton gereksiz işte kendimi ifade etmeye ve var olmaya çalıştım yıllarca.
Peki, yeti farkı olan bireylerin işe alım süreçlerinde yaşadığı ayrımcılığı önleyici kanunlar yok mu dersen. Ver elbet var. (Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi, 1982 Anayasası, 4857 sayılı iş kanunu, 5378 sayılı özürlüler kanunu, 657 sayılı devlet memuru kanunu, 5510 sayılı sosyal sigortalar kanunu, Avrupa Birliği İstihdam ve Meslekte Eşit Muameleye İlişkin Çerçeve, Sakatların Mesleki Rehabilitasyon ve İstihdamı Hakkında Sözleşme) yürürlükte. Ancak hepsi büyük ölçüde kâğıt üzerinde geçerliliğini koruyor. Objektif değerlendirmeyi ve hak temelli bir değerlendirme yapmayı maalesef vicdansız vicdanlara bırakıyor. Her zaman çalışmak, üretebilmek ve yeni bir şeyler söylemek umuduyla.
Sevgimle, sevdamla.