https://www.youtube.com/watch?v=Dr5XNid5d6w
Yine yeniden hepinize Merhabalar değerli dinleyicilerim.
Bugünkü konumuzu hoşgörü ve insanlık konusuna ayırmak, sizlerle hoşgörü ve insanlık üzerine bir yolculuğa çıkalım istedim.
İşte tam da bu nedenle Sagopa Kajmer’in “Güvensiz İnsanlar”ı ile giriş yaptım.
Günümüzde hoşgörünün azalmış olması ve insanlık konusunda yaşanan sıkıntılar dünyanın kanayan bir yarası haline geldi maalesef.
Gün geçmiyor ki şiddet ve cinayet haberleri duymayalım.
Peki ne oluyor bize?
Biz ne ara insanlığımızı ve hoşgörümüzü kaybettik?
Bu kadar kolay mıydı insanlığımızı ve hoşgörümüzü kaybetmek?
Hiç mi sorgulamıyoruz, kendimizi eleştirmiyoruz?
Neden bu derece hastalıklı bir duruma geldik?
Bu sorular silsilesi uzar gider değerli dostlar.
Ama ben yine de derim ki dünyamızı, ülkemizi, çevremizi eleştirmeye başlamadan önce kendimizi masaya yatırmalı ve eleştirmeliyiz.
Anne babamızın, çevremizin bizlere çocukluğumuzdan itibaren doğru öğrettiklerini unutmamalı ve sevdiklerimize, çevremize, dünyamıza zarar vermek yerine daha faydalı, daha hoşgörülü, yardımsever ve insani davranmaya adamalıyız kendimizi.
Bu da naçizane beni görüşüm değerli dinleyicilerim ve tam da burada söze bir virgül koyarak yayınımıza bir müzik arası verelim diyorum.
…ve ilk şarkımız biraz “damar” dediğimiz türden.
Ebru Gündeş’ten “BEN İNSAN DEĞİL MİYİM” adlı şarkı sizce de buraya yakışmaz mı?
Gelsin…
https://www.youtube.com/watch?v=VHw6Mg-HHFc
Ben de mutlu olmak istemez miydim?
Şu yalancı dünyada
Yüce adalet böyle olur mu?
Tanrı kulunu hiç unutur mu?
Ne kadar sitem dolu bir şarkı…
Böylesi insanlığı sorgulayan bu şarkının sözleri Sait Ergenç, müziği ise Mustafa Diker’e ait değerli dinleyiciler.
Bu isyan dolu şarkıdan sonra hadi şimdi de güzel insanlık örnekleri üzerine konuşalım.
Çünkü çevremizde çok çok çok fazla kötü örnek, tatsız haber ve üzüntü var.
Peki, kötülük kötülüğü çeker mi sizce?
Bence çeker…
O yüzden aslında hiç de az olmayan; ama felaket haberleri kadar nedense yer tutmayan iyi şeyler de oluyor ya, görünce anlatmalı ve konuşmalı ki iyilik iyiliği çeksin mıknatıs etkisiyle.
Ben, tıpkı masallardaki gibi, hikayenin sonunda hep iyilerin kazanacağına inanıyorum ya da inanmak istiyorum.
Çünkü, bir dolu iyi insan var ve benim umudumu bu insanlar besliyor, sayelerinde küsmüyorum geleceğimize.
Hadi gelin şimdi size bir hikaye anlatayım…
Hava çok sıcaktı…
Kadın hem yorgun hem de inanılmaz stresli ve de bir o kadar dertliydi.
Aklında binbir düşünce ile arabasına atladı, ne büyük hata!
İnsan kendini iyi hissetmiyorsa asla direksiyon başına geçmemeli, asla!
Arabada hani insan yalnız kalır ve o sessiz ortamda başlar ya kendiyle konuşmaya, hesaplaşmaya, ne varsa düşünülmeyecek aklına gelir ya…
Başladı düşünüp streslenmeye, streslendikçe düşünmeye.
Derken ne yolu görür oldu, ne karşıdan geleni.
Kulaklarında öyle bir uğultu, hiçbir şey duymuyordu, gündüz vakti yıldızlar çoğalır oldu gözünde…
Birinci vitese nasıl attı arabayı hiç bilmiyordu.
Direksiyonu zaten zar zor tutuyordu…
Biraz ileride kötü bir viraj vardı ve yokuş aşağı gidiyordu:
“Ben ne yapıyorum, ne olacağımm, iki çocuğum var benim…” diye düşünürken o saniyelik zaman diliminde, ufukta bir taksi durağı gördü.
Dörtlüleri yaktı, kornaya uzunca bastı ve freni köklediği gibi el frenine sarılıp bayıldı.
İyi mi!
Gözünü açtığında, duraktaki adını maalesef hatırlayamadığı bir taksici arkadaş ona su içirip kolonyalı mendille kendine getirmeye çalışıyordu…
Yalnız olduğu durağa arkadaşını da çağırıp iki araba onu eve, annesine ve eşine teslim edip geri döndüler.
Arabada bir ara “Sizi işinizden alıkoydum, ne olur gidiş dönüş parası alın, ne olur!” der gibi olduğunu ve onların “Abla lafı mı olur!” diyerek onu kucakta ailesine sağ salim teslim edip resmen son sürat toz olduklarını hatırladı.
Kendini hani hakikaten eski zamanda hissetti.
Neden mi?
Çünkü böyle şeyler sanki eskiden olurdu diye düşünür olduk ya biz git gide… Ondan.
Kapkaççılar, tacizciler, hastanede hastaya tecavüz eden sapıkların haberleri sardı ya her yeri…
İşte bu nedenle unuttuk iyi insan hikayelerini.
Burada söze bir ara vererek Erkan Yavuzer ve Uğur Güngör ikilisinden “İki İnsan” adlı şarkıya kulak verelim.
https://www.youtube.com/watch?v=K5GHx_SdW2w
Evet, insanlıkla ilgili yolculuğumuzu işte sırf bu yüzden bugün hatırlatmak istedim kendimize.
İçimizde iyi insanlar var ve çoğalıyorlar sessizce.
Çünkü bas bas bağırmalarına gerek yok yanlış insanlar gibi boş yere.
Güzel ve güvenilir insanların hâlâ olduğunu bilmek nasıl…
İyi geldi mi size de acaba?
“Hoşgörünün karşıtı, katı olmaktır.
Katılığın arkasında ise benmerkezcilik yatar” değerli dinleyiciler.
“Benmerkezcilikte düşünce katılığı söz konusudur.
Düşünceler esnek olmadığı için de kişi karşı tarafı değil, kendi istek ve beklentilerini ön planda tutar.
Muhatabının hatalarını görmezden gelemez.
Oysa hoşgörü, karşı tarafa hata yapma hakkı tanımaktır.
Bir insanın her zaman haklı olması mümkün değildir; hoşgörü kişinin diğer insanların çıkarlarıyla kendi çıkarları arasındaki dengeyi kurması ve diğer kişilere inisiyatif ve söz hakkı verebilmesi demektir.
Narsisizmin bu derece yükseldiği ve benmerkezciliğin bu denli ortada olduğu günümüzde en çok aşınmaya uğrayan değer ne yazık ki hoşgörüdür değerli dostlar.
Çünkü “benmerkezcilik, önyargıları pekiştirir ve önyargılar, mantıklı düşünmeyi engeller.
Önyargıları yok etmek için ise hoşgörüye ihtiyaç vardır.
Önyargılı kişi eleştirildiği zaman, eleştiren kimseye ‘Bu benim düşmanım’ diye yaklaşırken, hoşgörülü kimse ‘Belki onun da bir bildiği vardır’ diye düşünür.
Toplumsal iletişim için hoşgörü önemlidir; hoşgörü insanların birbirlerini doğru anlamalarını sağlar.”
İnsanların çevreyle ve kendileriyle olan ilişkilerinde hoşgörülü davranmaları onları hem mutlu eder hem de başarıya ulaştırır.
Unutulmamalıdır ki hoşgörü ve diyalog birbirini tamamlayan kavramlardır.
Bu nedenle hoş görmeli ve affetmeliyiz tıpkı Ajda Pekkan’ın ilk olarak 1975 yılında plağa okuduğu “Hoşgör sen affet gitsin aldırma” dediği gibi…
https://www.youtube.com/watch?v=TCoJpxqn96o
Ne güzel dile getirmiş Fikret Şeneş…
Bilsen neler dönüyor şu garip dünyada
Arkadaşlık düşmanlıkla yanyana
Bazen sebep bir aşksa, çoğu zaman da para
Değiştirir insanları hep bir anda
Hiç bunları kendine dert etmeye değer mi?
Şu kısacık ömürler yeter mi?
Hoş gör sen affet gitsin aldırma
Büyüklük sende kalsın sonunda
Sen sarıl o sana sarılmazsa
Sen unut unutmazsa
Hangimiz uğramadık sanki haksızlıklara
Dinle beni sakın uyma şeytana
Pişman oluyor herkes sonra yaptıklarına
Esir olma boş…
“Büyüklük sende kalsın sonunda” diyor.
Saygı ve rahmetle anıyorz değerli söz yazarını.
Hazır 70’li yıllara yolculuk yapmışken, varlığı bir dert, yokluğu yara insanları birbirine düşüren “Para Para Para” adlı unutulmaz şarkıyı unutulmaz sanatçı Rüçhan Çamay’dan dinleyelim mi sevgili dinleyiciler?
https://www.youtube.com/watch?v=9jlv6zc8L2o
Hoşgörü aynı zamanda toplumda tolerans karşılığında da kullanılmaktadır.
Karşı taraftaki insanların farklı fikirlerine tolerans gösterme anlamına gelir.
Yaklaşık 250 sene önce Voltaire’in “Söylediklerinizin hiçbirine katılmıyorum, fakat bunları söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım” sözü pozitif toleransın (hoşgörünün) en güzel örneğini göstermiştir.
Bu davranış, aynı zamanda kendine güvenin işaretidir.
Kendi fikrine güvenen insan hoşgörüye ve diyaloğa her zaman açıktır değerli dinleyiciler ve burada yine kısa bir ara vererek 70’li yılların dünya ve insanlığı sorgulayan efsane olmuş, modası geçmeyen bir şarkısına kulak vermek istiyorum.
Yeliz söylüyor: “Bu Ne Dünya Kardeşim”
https://www.youtube.com/watch?v=8H2ltkKkqVY
Şarkıdaki gibi kimi ne han ne saray istiyor sadece sevmek isterken, insan ilişkilerinde elbette farklılıklar ve benzerlikler görüyoruz.
Peki günümüzde sevmek gerçekten en kolay olan mıdır?
Hoşgörülü kişiler farklılıklardan değil, benzerliklerden hareketle karşılarındakilerle ilişki kurmaya çalışırlar.
Fakat hoşgörüsü zayıf insanlar benzerlikleri değil, farklılıkları görerek hareket ederler.
Mesela hoşgörüsüz kişiler, 10 tane iyi davranışı değil, bir tane yanlış davranışı görürler.
Bunlar da narsistik özellikteki kişilerdir.
Narsist özellikteki kişilerden bahsetmişken, Sibel Can’a kulak verelim.
Ne mi söylüyor?
Tabii ki Narsist!
https://www.youtube.com/watch?v=BdAY8PqRK0g
Narsist kişiler kendi egolarını yüceltir, diğer kişilerin egolarını değersizleştirirler ve siz siz olun, bu tür kişilerden uzak durun derim.
Bizler karşılık beklemeden koşulsuz sevmeli ve hoş gördüğümüz sürece hayatımıza anlam ve değer kazandırmaya devam etmeliyiz.
Şimdi de insanlığa örnek olan çok değerli bir isme yer vermek istiyorum:
Aşık Veysel’den söz ediyorum.
Tek bir kitap okumadan, bir gün bile okula gitmeden hayatı özümsemiş ve asıl önemlisi kendisinden sonraki nesillere müthiş bir miras bırakan Aşık Veysel…
Gelin size koca Veysel’in ilk evliliği hakkında kiminizin bildiği, belki de bazılarınızın bilmediği bir anekdot anlatayım…
Günlerden bir gün, “köyün en güzel kızıyla evlendirilir Aşık Veysel.
Yol arkadaşlıkları aileleri tarafından tayin edilmiş bu iki insanın…
Hayat sürprizlerle doludur ya..
Gel zaman git zaman, Veysel’in eşi güzeller güzeli Esma’nın gönlü evdeki hizmetli Hüseyin’e kayıyor.
Aşk bu…
Yeri geliyor insanın gözünü karartır.
Aşıklar bir gün kaçmaya karar veriyor ve Esma çocuğunu ve Aşık Veysel’i bırakıp kaçıyor.
Ama Veysel de aşık ve kaçacakları gece görmeyen gözlerine rağmen her şeyi hissediyor.
Neyse…
Kaçaklar Samsun’a vardıklarında Bafra civarında soluklanmak için bir çeşmenin başında duruyorlar.
Bitkinler, açlar, ceplerinde bir kuruş para yok.
Esma çoraplarını çıkarıyor ve bir bakıyor ki içinde bir tomar para…
Evet yaban ellerde kurda kuşa yem olmasınlar diye…
Bu nasıl bir yüce gönüllülük örneği…
Hoş karşılanması şöyle dursun, bugün “yan baktın” diye cinayete kurban giden yüzlerce, binlerce kadınlarımızın sessiz çığlıkları duyulmazken, yıllar öncesindeki hoşgörü ve fedakarlık hakkında bugün söylenecek ne çok söz vardır aslında…
Buradaki hikayeyi “gitmişse zaten hiçbir zaman sizin olmamıştır” sözü ile noktalamak istiyor, bu insanlık örneği, bir o kadar da dokunaklı hikayeden sonra değerli ozanımız Aşık Veysel’in “Benim Sadık Yarim Kara Topraktır”ı Deeprise, Cem Adriyan ile Şanışer’in müthiş ve farklı yorumu ile dinleyelim mi?
https://www.youtube.com/watch?v=jFJNmG5OoTg
Bu vesile ile Aşık Veysel’i rahmetle anarken, gelelim “Müzik, hayatımın ritmini belirliyor, hem de uzun zamandır.
Mutlu veya mutsuz olmam da onun elinde.
Kendi içine inebilmek müzikte çok önemlidir.
Bu insana mutluluk veriyor.
İkinci kez dünyaya gelsem, herhalde yine müzisyen olurdum” diyen Fazıl Say’a…
Programımızın sonuna doğru yaklaşırken yeniden insan olmanın en güzel yanına değinmek istiyorum değerli dostlar.
Fazıl Say, “İnsan İnsan Derler İdi” adllı şiiri bestelemiş ve 2013 yılında çıkan “İlk Şarkılar” albümüne koymuştu.
Bu şarkı, Hacı Bektaşi’nin dergahında yetişen halk ozanı Muhyiddin Abdal’ın şiirinden uyarlamıştır.
Muhyiddin Abdal, 16. yüzyılın Türk Hurufi şairidir.
Fazıl Say’ın yaptığının adı ‘klasik’ de olsa yaptığı müzik kitlelerin peşinden koşabileceği kadar güçlü bir türdür.
Tabii Muhyiddin Abdal’ın yüzyılları aşarak, bir süzgeçten geçerek gelmiş insana dair sözleri de bir o kadar etkili.
Bu topraklarda yaşamış düşünürlerimiz, şairlerimiz, bilim insanlarımız yüzyılları aşarak geliyorlar ve insana dair sözleriyle bir yerinden yakalamayı başarıyorlar.
Artık lafı fazla uzatmıyor ve hepinize hoşgörü, insanlık dolu günler diliyorum.
Sürçi lisan ettiysem de engin hoşgörünüze sığınıyorum değerli dostlar.
Gelecek programa kadar radyo Hayal’de ve Aşkım’la Rengârenk’te, hoşça kalın…
https://www.youtube.com/watch?v=fEzpsVi1Qd0