Biz gitmişiz elbette şen olur 😉
Fakat Mardin kapı Mardin’de değil Diyarbakır’dadır. Mardin kapının şen olabilmesi için Diyarbakır’a gitmek gerek.
Mardin Kapı ya da bilinen diğer adıyla Tel Kapı, Diyarbakır surlarının dört kapısından güneyde olanın adıdır. Mardin yolu üzerinde olduğu için bu adı almıştır. Kapı üzerindeki kitabeye göre 909-910 tarihlerinde Halife Muktedir Billah tarafından onarılmıştır.
İşte bu kapı, “Mardin Kapı Şen Olur” türküsüne ilham olmuş. Mardin’de olduğumuz süre boyunca hepimizin dilindeydi sözleri ve türkünün neşeli ezgisi. Fakat biz Mardin kapıya değil Mardin’in ta kendisine gittik.
O efsane şehir, muhteşem manzarası karşısında insanın nefesi kesiliyor.
Taş mimarisiyle eşsiz, dini ve geleneksel yapılar barındıran Mardin, bir ortaçağ kenti görünümüyle Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Şemsilik, Ezidilik gibi çeşitli dinsel inanışların yanı sıra; Kürtler, Süryaniler, Araplar, Türkler ve Ermeniler gibi çeşitli etnik halklarla, bu coğrafyada birlikte yaşıyor.
Mardin, Kafkaslar- Ortadoğu- Akdeniz ve Anadolu arasında bir geçiş şehri konumunda, doğu-batı yönündeki ipek yolu ve güney-kuzey yönündeki tarihi ticaret yolları üzerinde kurulmuş, tarihin her anını içinde barındıran açık hava müzesi gibi.
Mardin’in adı Arapça kaynaklarda Mâridîn, Süryanice kaynaklarda Marde olarak geçer. Bazı görüşlere göre ise Mardin kelimesi, 3. Yüzyılda bu bölgeye yerleşmiş olan savaşçı kavim Mardeler’den geldiği yönündedir. Kaleler anlamına gelen Merdin kelimesinden de Mardin adı geldiği görüşü bulunur.
Paleolitik dönemden günümüze kadar kesintisiz yerleşim yeri olarak kullanılan bölge, her köşesi ile bu tarihi geçmişini yansıtır.
Asur, Hitit, Urartu uygarlıklarından sonra ve Romalıların egemenliğine geçen şehir, Sasanilere karşı sınır garnizonu olarak kullanılmıştır.
Mardin’in adına tarihi kaynaklarda ilk kez 4. Yüzyılda Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus’un notlarında rastlanır.
Daha sonra Emevi ve Abbasi egemenliğinde kalan şehir, 1085 yılında Selçuklu egemenliğine geçer. Ardından Artuklu Beyliği, Eyyübiler, İlhanlılar, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve 1517’de Osmanlı egemenliğine girer.
Şehir, çok farklı kültürlerin egemenliğinde kaldığından günümüzde tüm bu kültürlere ait izleri capcanlı taşıdığı için yoğun turist akınına uğramaktadır.
Mardin, taş döşeli daracık sokaklarında, iki üç katlı çok odalı konaklarında, dükkânların arasına sıkışmış tek yönlü caddesinde binlerce yıllık geçmişini sanki konuklarına fısıldamaktadır.
Dağın yamacına üst üste dizilmiş evlere Mezopotamya’dan bakıldığında bir gerdan gibi görünür. Kanaviçe perdeli yer döşekli odalarının camlarından Mezopotamya’ya bakınca da uçsuz bucaksız bir denize bakıyormuş gibi hissettirir insana.
Hele gecesi, hafif hafif yanıp sönen ışıklarıyla denizdeki gemilere bakıyor zanneder insan.
Taş döşeli ara sokaklarında ansızın karşınıza bir cami çıkar, köşeyi döndüğünüzde ise bir kilise. Öylesine insanı etkisi altına alan ve kendine hayran bırakan bir yer ki, mutlaka görülmeli ziyaret edilmelidir.
Bir arkeolog olarak son yıllarda bulunan ve kazılarak gün yüzüne çıkarılan Dara Antik Kentini görmek beni heyecanlandırdı. Üzeri toprakla kapatıldığı için uzun yıllar üzerinde hayvanlarını otlatan köylüler, top oynayan çocuklar, otların altında efsane bir antik kentin varlığından habersiz yaşamlarını sürdürmüşler.
Tesadüfen tespit edilen Dara’da kazılar uzun yıllar sürmüş ve ortaya görülmeye değer bir antik kent, kaya mezarları, köy halkı tarafından zindan diye anılan su sarnıcı çıkarılmış.
Geç Roma Döneminde Sasani saldırılarına karşı bir garnizon kenti olarak kurulan Dara’da mühendislik harikası su sistemleri olduğu kazılarla ortaya çıkarılmış.
Dev su sarnıcı üzerine, orada yaşayan halk evlerini kurmuş. Evin bodrumuna girer gibi karanlığa doğru inen merdivenleri hayranlıkla izleyerek zemine indiğimizde, karşımıza muhteşem bir manzara çıktı. Devasa boyutlardaki yer altı su sarnıcına köy halkı zindan adını vermiş.
Sarnıcın ilerisinde ise taş kesmek için oyulan kayalıklar daha sonra mezarlık olarak kullanılmış. Dev oyukların içinde binlerce iskeletin olduğunu bilmek ürkütücü gelse de mezarlar vadisi arkeoloji dünyasının ilgisini fazlasıyla çekiyor.
Bu bölgede 573 yılında Sasani ve Roma orduları arasında büyük bir savaş yaşanmış ve burada ölen askerlerin kemikleri toplanarak Dara mezarlar vadisindeki oyuklara doldurulmuş. Eski Ahitte geçen, yeniden diriliş inancı gereği ayinler düzenleyerek ölen askerlerin yeniden dirileceğine olan inançları gereği tüm ölülerini buradaki mezar odalarında saklamışlar.
Hiç bozulmadan 1400 yıldır korunmuş olan Dara mezarlık vadisi, bu haliyle dünyada eşsiz kabul ediliyor.
Binlerce yıldır bu coğrafyada yaşayan ve kadim Arami halkının devamı olduğu düşünülen Süryaniler, kutsal olarak kabul ettikleri Cumartesi günleri kiliselerinde hala Eski Ahit’ten “yeniden diriliş” ile ilgili bölümleri okuyarak bu ritüeli yaşatmaya devam ediyorlar.
Mardin’de dikkatimi çeken en önemli nokta da bu oldu. Mezarlar evlerin bahçesinde, hemen pencerelerin dibinde yapılmış. Günümüzde insanlar ölümü unutmak adına mezarlıkları şehrin çok uzağına taşıyor ve ölülerini unutup hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ediyor. Oysa Mardin geçmişiyle, ölüleriyle, mezarlarıyla iç içe.
Kaldığımız konakta sabah etrafı seyretmek için balkona çıktığımızda hemen penceremizin dibinde mezarlar olduğunu görmek hepimizi şaşırttı.
Ölüm ve ölenin ardından kalan anılar hiç yok edilmiyor ve capcanlı günlük hayatın içinde yaşatılıyor.
İtalya’ya, Roma’ya değil bence herkes önce Mardin’e gitmeli, hoşgörü içinde binlerce yıldır bir arada yaşayan farklı kültürleri ve dinlerin izlerini görmeli.
Süryani nazar boncuklarından ve çöreklerinden, her tarafta dikkatimizi çeken mavi renkli badem şekerlerinden, cildi pırıl pırıl yapan eşek sütü sabunlarından, almadan dönmeyin.
Paranız varsa eğer, oradaki altın ve gümüş takıların benzerleri başka şehirlerde yok, öylesine güzel takılar var ki insan gözünü alamıyor.
Yüreğimize Mardin’i saklayıp hüzünle geri döndük, bir daha görmeye geleceğiz diyerek.
Çünkü Mardin anlatılarak tasvir edilecek bir şehir değil, mutlaka gidip içinde dolaşarak o ihtişamı yaşanılacak bir şehir…
Umuyorum ki hiç bozulmadan binlerce yıl daha ayakta kalabilirsin Mardin, sen şehir değil efsanesin…