Editing’ini yaptığım Hayri Kozak’ın “GALATASARAY’IN BÜYÜK RESMİNE BAKIŞ” raporunu
her ne kadar whatsupp gruplarımızda pdf olarak paylaştıysak da internet ortamında pdf
olarak paylaşamadık ve analizini de gerçek manada yapamadık. Bu rapor, Hayri Bey ile de
görüştüğüm gibi hayli ipuçları bizlere anlatıyor. Ben “Nasıl bir başkan?” yazımı yazmak
istiyordum ve biliyorsunuz “Nasıl maddi ve manevi kazanç sağlarız?”ın verilerini toplayarak
kaleme almaya söz vermiştim ki “GALATASARAY’IN BÜYÜK RESMİNE BAKIŞ” raporu bana
bir veri teşkil etti. Aldığım formasyon gereği (İskoç-İngiliz-Amerikan eğitim ve özellikle İsviçre
ekolü profesyonel iş hayatımla) verilere dayanarak analiz edebilmeyi neredeyse bir vazife
görmekteyim.
Nasıl Bir GS Başkanı?
Anlaşılan Selahattin Beyazıt, Alp Yalman, Prof. Dr. Ali Uras gibi olmalı. Sayın Beyazıt’ı
camiadan isim aşinalığı ile, Sayın Yalman ve Ali Hoca’mızı bir vesile ailelerinden dolayı
biliyorum. Üçünün de eğitimine baktığımızda: GSL, RC, KEL. Üçü de başarı grafiğinde artı
değer katmışlar kulüplerine. Yalman’ın profiline baktığımda; kökleri Osmanlı’ya dayanan ve iş
dünyasında yer almış anne ve babanın ailede söz sahibi olduğu bir kimlik. Bir özelliği de
gönlünü sarı kırmızı renklere verenlerle maç yapması. Bu önemli bir özellik. Levent Fecri
Ebcioğlu’nda yaşadığım (1968-1984) dönemde (gerçi annem hâlâ aynı evde oturur) Fecri,
mahallenin erkek çocuklarıyla top oynardı neşe ile. Nice spor, sanat, film, bilim dünyasından
aile o bölgede yaşardı ya da aile/dost bağı vardı. Toplumla/mahalle/camia ile kaynaşmak
önemli bir meziyet. Keza Ali Uras da bir tıp doktoru. Hipokrat yemini etmiş. O dönem bilim
adamlarına baktığımızda – ki savaş içine doğmuşların çocuklarıydı – idealist ve gönül verdiğine
fayda sağlama prensibi ile form aldıkları idi.
Dolayısıyla Galatasaray Spor Kulübü Başkanı; kökleri, eğitimi, camia ile bütünleşmesi yanında
maddi varlık kazandırma, borçlu bir bütçe alsa bile borçsuz ve hatta kazanç ile devretme
şablonlarında olmalı. Ve tabii bu şablonda en önemli özellik camia ile bütünleşmesi yani Fecri
Ebcioğlu gibi çocuklarla maç yapıp neşelenmesi, neşelendirmesi. Görünüm olarak da Türk
sinemasının tatlı sert karakteri babacan Hulusi Kentmen gibi olmalı. Gerek yönetim ile
gerekse de teknik direktör/ler ve oyuncular, taraftarlar ve tüm spor camiası içinde hitabetinin
güçlü olması artı değer katar.
Burada şunu analiz ediyoruz: İngiliz ve İskoç bakış açımla; hangi okulda okudun diye
sormazlar, ülkene, camiana ne hizmet ediyorsun, hayatını nasıl idame ettiriyorsun diye
sorarlar. Yine İsviçre ekolümle şunu diyebilirim; bir şehirden diğer şehre yerleşmek
istediklerinde o şehre ne katkın olacak diye sorarlar. Ben de seçilecek her yönetim başkanı ve
ekibine aynı soruyu soruyorum. Nasıl bir artı değer sağlayacaksınız? Şayet borçlanacaksa
kulüp, bu borcu yönetimi sizden sonraki başkana devrederken üstlenecek misiniz?
“GALATASARAY’IN BÜYÜK RESMİNE BAKIŞ” raporunda üye profilinden bahsedilmiş.
Ülkemizde bir liseden devam edebilen nadir belki de tek spor kulübü. Osmanlı dönemi
1905’te kurulmuş. Bana “Sevgili meslektaşım” diyen Melih Şabanoğlu bu kuruluşun 1904
olduğunu yazar “Kuruluş”ta. Üye profilini analiz ettiğimizde GSL mezunu, GSL mezunu
olmayandan daha az üyelik ücreti ödediği. Bu “kontenjan” avantajı çoğu kez dezavantaj
olarak da karşımıza çıkar. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının eleştirildiği gibi!
“Kontenjan” sözcüğü insanların aklında hep soru işaretli olmuştur. Osmanlı dönemindeki
tüzük anlaşılan Cumhuriyet döneminde de devam etmiş ve bugünleri bulmuş. Bir spor kulübü
ile bir eğitim kurumunu ayrı ayrı müşahede etmek gerek. Onun için her üye eşit ücret ödemeli
ve eşit/eş değer üye olarak yazılmalı. Tüzükler günümüz şartlarına göre değiştirilebilir. Böyle
olursa hem “kontenjan” sözcüğü kalkar hem de okuldan çıkmış bir kulübün (GSL mezunları)
“Biz bu okuldan mezun olduk, devlet bizi okuttu, belli mevkilere geldik, şimdi maddi ve
manevî kulübümüze de eş şartlarda destek oluyoruz.” diyerek örnek olurlar. Kulübe de daha
çok para girişi olur. Üye aidatları da zamanında ödenirse ve faiz v.s ile değerlenirse kulübe
maddi fayda olur. Bu bağlamda bir de özeleştiri yapmayım: GSL mezunu olsaydım böyle yazar
mıydım? Şöyle cevap vereyim dürüstçe: Hep kadın-erkek eşitliğinden bahsederiz ancak
babamızdan, eşimizden biz kadınlara maaş (hele babamız/eşimiz mebus/prof ise) bağlanırken
erkek kardeşime neden bağlanmıyor diye serzenişte bulunmayız. Bunu da antrparantez
belirtmeliyim ama bir spor kulübünde (diğer rakiplerden maddi/manevî ayrılan) her olgu eşit
olursa başarı ve huzur daha yüksek olur diye düşünüyorum idealist bir düşünce olarak.
Raporda anlaşılan; kâr elde etmek. Doğru yatırım yapmak. Maddi ve manevî kazanç
sağlamak.
Nasıl Kazanç Sağlayacağız?
1905 yılından bu yana (Diğer rakiplerimiz de aynı dönem kurulmuşlar) GS ve rakiplerinin
dünya sporunda lider olamadıklarını biliyoruz. GS başta olmak üzere tüm takımlarımızın her
branşta dünya lideri olmasını arzu ederdim. Hani Ali Sami Yen’in İngilizlere gıpta ederek ve
onları da yenme hayaliyle kurduğu okul takımından çıkan GS’nin ve ülkedeki rakiplerinin
uluslararası rakiplerin üstünde bir performans sağlamasını gerçekten çok isterdim ama
Osmanlı döneminden bugüne ülke sporum dünyada bir lider konumunda olamamış. Zaten bir
ülkenin eğitim düzeyi, para birimi, toplumsal yaşam düzeyi ne ise sporu, sanatı da o çizgide
oluyor. Ayrıca futbol da bizim genlerimize işlenmiş bir spor değil. Bizde cirit, okçuluk, atçılık,
güreş, Osmanlı kulacı vardı. Onlar da zamanla yok oldu sayılır. 150 yıllık Rengigül e-kitabımda
bu kültürlerin topluma yansımasını yazdığımda ne kadar çok değerlerimizi yitirdiğimizi
gözlemleyerek üzülmüştüm. Biz de ata sporlarımızla GS olarak dünyada var olabilirdik ama
onu da başaramadık.
Şimdi, bu dönemde ne yapmamız gerek?
Futbol özellikle Simon Kuper’in dediği gibi “Asla ve Sadece Futbol Değildir”ine izdüşüm;
yabancı futbolcu almaktansa kuruluşundaki gibi (gerçi o devir şimdi ile kıyaslanamaz) Türk
gençlerinden oluşmalı. Yabancı sporculara verilecek maddi güç, genç yeteneklerin
gelişmesine harcanmalı. Zaten para birimimiz ile bir dünya starı ne sporda ne de başka
sektörlerde istihdam etmemiz mümkün değil. Türk gençlerini en iyi şekilde yetiştirelim hem
kendi takımlarımızda oynatalım hem de transfer edelim. “Satmak” sözcüğünü de futbol/spor
literatürüne almayalım!
Yabancı futbolcu oynattığımız gibi formalar da Nike’a sipariş verildiğini irdelerken Nike’ın
sahiplerinin başarı öyküsünü okumuştum. Nike, Yunan mitolojisinden gelen bir isim ve
sahipleri spor kökenli, eğitimli girişimciler. Uzak Doğu’da üretimin çoğu.
Neden bizim 1905 kuruluşumuzdan itibaren kendi tekstil markamız yok?
Neden ülke insanımızdan sporcu dünya çapında söz sahibi değil?
Neden bunları başaramıyoruz?
Tekstilde spor dünyası bir araya gelip Nike gibi dünya çapında bir firma neden
kuramadı?
Nike’ın sahibi; öğrenciler, sporcular daha nasıl rahat eder diye işe başlamış azmetmiş ve
başarmışlar. Biz dolar, euro, pound ile sporcu almaya, formalara, ayakkabılara dışa bağımlı
olmaya devam edersek başarı tam başarı hiç olamayacak. Kazanç olamayacak. Tıpkı matbaa
sektöründe kâğıtta dışa bağımlı olduğumuz gibi. Tıpkı fotoğraf sektörü gibi… İşimiz zor.
Yerelde didişmek yerine el ele vererek çok çalışmamız ve akılcı olmamız gerek.
Bu bağlamda; Anadolu’da spor çiftlikleri, spor köyleri kurabiliriz. Hem üretim yapabiliriz hem
Anadolu çocuklarımızın potansiyel yeteneklerini güçlendirebiliriz.
Ayrıca GSL’de okuyan çocuklarımızı yaz stajı gibi (madem şimdilik kontenjan avantajları da
var) çalışmaların içinde (bilabedel – gönüllü) yer almalarını sağlayabiliriz. Bunu şu şekilde de
düşünüyorum: Zeki ve akıllı çocukların potansiyel yeteneklerini geliştirme ve form alma
bağlamında; “spor, sanat ve eğitimde nasıl icatlar yapılır?” düşüncesine sevk etmenin
önemine inanıyorum. Bunun yurt dışında (Macaristan’da da) örnekleri var. Çocuklara
“Sporda ne icat yapmalıyız ki kazanalım?” diye sorular yöneltip, onların gençlik
heveslerinden, enerjilerinden sinerji yaratmalıyız. GSL, GS’ye gençlik sinerjisi olmalı ve diğer
gençlere de örnek.
İcatlardan biri belki de en önemlisi sporcuların sakatlanmalarını önlemek olmalı. Zira bu
özellikle futbolda maddi zarara ve üzüntüye mâl oluyor. Büyük bir iş kaybı.
Bir diğeri ise stadyumların (büyük/hacimli bir mekân) nasıl efektif kullanılıp, kazanç
sağlayacağı.
Bu ve benzer olası buluşların detaylarını (sporcu sakatlanmalarını önleme – stadyumların
efektif kullanımı v.s.) kaleme almaktayım. Böyle bir oluşum olduğunda fikirlerimi (patentini
aldıktan sonra) ileteceğim. Özellikle bilişim sektöründe ve Covid-19 ile değişen dünya yaşam
biçimine göre her spor dalı tüm sektörlerde olduğu gibi değişime uğrayacak. Bu değişimi
şimdiden kabul etmek ve gelecek için adımlar atmak gerekli.
Türk Spor Bilimi dünyada nerede?
Türk Spor Bilimi’ne emek verenlerin soyadları icatları/buluşları/bu konuya
faydaları/hizmetleri ile dünya spor literatürüne girdi mi?
Türk Spor Bilimi – Spor Akademileri kaç yılında kurulmuş, kuruluşundan itibaren spor
dünyasına, futbola, Galatasaray’a keşif/icat/yararlılık bağlamında ne gibi bilimsel
destek ve öneri vermişlerdir?
Spor bilim dünyası ile sahalardaki uygulamalar nasıl bir sinerji yaratmaktadır? Ne gibi
faydalar/icatlar/keşifler yapmaktadırlar?
Gibi nice soruyu ve spor bilimi bağlamında Galatasaray’ın 1905’ten bu Türk spor bilimine
keşiflerini sorgulamaktayım.
Yıllar yılı değişen yönetimler ile yorumlar, yorumcular, oyuncular, taraftarlar değişmiş
ve değişecek. Dünyada Türk sporu, Galatasaray nerede olacak?
Dünya sporunda Galatasaray bir icat yapıp, spora bu keşfini kaydettirecek mi?
“Galatasaray” adı ile bir keşif/yöntem/stil/icat var olacak mı?
Minimum harcama, maksimim gelir bağlamında sadece üyeler değil taraftarların da “üye
taraftar” statüsüne geçirilmesi kazanç ve güç sağlar. Hani “biz taraftarın takımıyız” deniyor
ya! Taraftar hakları, taraftarın maddi ve manevi gücünü takımın gücünde var etmek projeleri
hayata geçirilmeli.
Teknik direktörler yetiştirme, spor akademileri ile iş birliği de efektif olarak ele alınmalı.
“Bağımsız ve Milli Paranın Önemi” bağlamında Avusturya-Alman ekolü disiplini ile Dr. Artuğ
Çetin’in, “herhangi bir para birimi resetlenirse” konusu hayli ilginç. 5 yıla borçlu girmeyin
tavsiyesi var. Kasanız boş ise; her uğraş (Millî Mücadele ruhu olmadıkça) başarısız kalır. Döviz
ile harcama değil, döviz ile ithalat/transfer (oyuncu, forma vs.) değil, döviz girdisi ile başarı
sağlanabilir. Eğitim için de iş yerleri için de geçerlidir. Tabii aile fertleri için de…
Futbolun dünyaya yayıldığı Büyük Britanya’da her fert kendine haz veren bir spor takımı
tutar, kulübünü destekler. Ancak maç hariç özel hayatlarında her kulüpten arkadaşlarıyla yine
zevkli zamanlar geçirirler. Mahalle kütüphanelerine giderler. Semtlerindeki dans kulüplerinde
haftada bir eşleriyle birlikte dans ederler. Mason iseler (ki ülkemdeki masonlukla da kabili
kıyas değildir. Üstadım diye ulu orta birbirlerini deşifre etmezler.) sessizce yardıma
muhtaçlara yardım ederler. Ne tuttukları kulüp ile ne bağlı oldukları kilise ile ne okudukları
okul ile diğerlerini ötekileştirmezler. Bir sakatlığı, noksanı, ismi ile alay etmek okullarda,
mahallede tasvip edilmez. Yere tükürmek gibi akıllarına gelmez. Zaten konuşmalarında
“Hangi okulu bitirdin?” diye sormazlar. “Yaşamak için hangi işle uğraşıyorsun?” derler.
Okulun her sınıfından ayrılıp, ona göre sertifika alıp bir işte çalışabilirsiniz. “Camiaya faydan
nedir?”dir özü.
Ülkemizdeki rakipler tabii ki gözlenmeli ama ülke rakiplerine odaklı değil dünya liderlerine
odaklı hedeflerde “yerelden globale – globalden yerele başarı” sağlamak için bir/birkaç beyin
takımı/takımları acilen oluşturulmalıdır.
Arşivimdeki merhum Abdi İpekçi, “100. Yılı Kutlarken” (12 Mayıs 1968, Milliyet) yazısında
“Mesele sadece Galatasaray’ın, Galatasaraylıların değil, memleketin meselesidir.” diye o
kadar güzel öngörü ile aktarmış ki! Yıl: 1968! Yıl: 2021.
Covid-19, bilişim ile değişen ve daha da değişecek olan dünyayı GS icatları ile sevinebilmek,
dünyada lider konuma gelebilmek umuduyla…