İlkel çağlardan bu yana, doğa olaylarının ve yaradılışın arka planına karşı merak ve korku duyan insanoğlunun, anlam arayışı neticesinde, toplumsal kaygıyı yatıştırmayı amaçlayarak, doğa olaylarını ve duyguları tanrılaştırması sonucu sözlü anlatımlarla ortaya çıkan mitler, yazının bulunmasıyla kayıt altına alınmış, insan hareketlerinin tiyatralleşmesi sonucunda da sanatsal alanlara katılıp çeşitlenerek, farklı coğrafyalarda dahi olsa, tarihsel ve toplumsal olarak şekillenmiş ve insan hayatının neredeyse her alanına yayılarak genişlemiştir.
Mitlerden sıklıkla faydalanan sinema, sanatsal olarak en etkin anlatım diline sahiptir ve bu özelliği zaman zaman hikâyeleri olduğu gibi ele almanın dışında, bazen de yeniden yorumlayarak insanların gerçekliklerini kurgusal ya da kutsal bir hale getirebilmektedir. İnsanların hayal dünyalarını genişletirken, diğer yandan ideolojik yapılarla da beslenerek toplumu yönlendiren bir güce ve yeteneğe sahip olan sinema, klasik dönem mitlerini kullanmanın dışında, yeni mitler de yaratarak popüler kültürde yeni kitleler de oluşturabilmektedir.
‘’Sanat gerçekleri tanımamıza yardımcı olan bir yalandır.’’
Pablo Picasso
1956 yılında yönetmen Robert Wise tarafından sahnelenen ‘’Helen of Troy’’ ‘’Truvalı Helen’’, Homeros’tan esinlenilen ve dünyanın en güzel kadınının aşkını kazanmak uğruna yapılan efsanevi savaşı anlatırken, 2004’te Wolfgang Petersen tarafından sinema perdelerinde Brad Pitt’in de rol aldığı ‘’Troy’’ filmi kendi yorumuyla karşımıza çıkmıştır.
Kadrosunun neredeyse tamamı siyahi oyunculardan oluşan ve dönemi için devrim niteliğinde bir film olarak adlandırılan, 1959 yılında Vinicius de Moraes, Marcel Camus ve Jacques Viotun birlikte sinemaya uyarladıkları ‘’Orfeo Negro’’ ‘’Siyah Orfe’’ Yunan mitolojisindeki ‘’Orpheus ve Eurydice’’ efsanesinin Rio De Janeiro’ya uyarlanmış halidir.
İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini 1967 yılında, ’Edipo Re’’ ‘’Kral Oidipus’’ isimli filmini, Freud’un ‘’Oidipus Kompleksi’’ ne ilham veren, Sophocles’in kaleme almış olduğu ve Yunan mitolojisindeki en talihsiz karakter olarak karşımıza çıkan Oidipus’un hikayesini kendince yorumlamış ve o dönem için oldukça cesur bir şekilde seyirciyle buluşturmuştur.
Homeros’un müthiş epiği ‘’Odysseus Destanı’’nın, Andrey Konchalovsky tarafından 1997 yılında ‘’The Odyssey’’ ismiyle sinemaya uyarlanmasının dışında, klasik sinemada zorluklara karşı göğüs geren, yılmadan ve bıkıp usanmadan zafere ulaşan, fırtınalar, doğa olayları, canavarlar ya da tanrılarla mücadele ederek evine dönmeyi başaran her film kahramanı özünde Odysseus’un yansımasıdır.
Daha birçoklarını sayabileceğimiz, mitolojik ögelerle bezeli sinema filmi perdelere uyarlanmış olmakla birlikte, alt metinlerini okuyarak mitolojiden izler bulduğumuz filimlerin nedense daha ilgi çekici olduklarını düşünmeden edemiyorum. Düşlerin gerçeğe dönüştüğü ancak aynı zamanda gerçekliğin kurguyla buluştuğu bir yapı olarak sinema, elbette ki mitolojiyi sıklıkla kullanacak ve zaman zaman tanrılara, zaman zaman kendi içinde bilinmezliğini barındıran doğaya, kimi zaman da tanrıları suretlendirerek aslında kibiriyle kendisine pay çıkarmaya çalışan ve tanrılaşma yolunda buhranlarına boğulan insanlığa atıfta bulunacaktır. Ve bu durumda mitolojiyi felsefenin ilk biçimi olarak düşünürsek, bize gerçekliği sorgulatan Matrix üçlemesini ele alabiliriz;
Wachowski kardeşlerin yazıp yönettiği bu üçlemenin ilki olan ‘’Matrix’’ 1999 yılında, ikincisi olan ‘’Matrix Reloaded’’ ve üçüncüsü ‘’Matrix Revolutions’’ 2003 yılında bizlerle buluşmuştu. 4. Bölümünün ise 21 Mayıs 2021 yılında perdelenmesi bekleniyor…
Filmin mitolojik alt metinlerine girmeden önce, Matrix ile ilgili olarak birçok sinema inceleyicisinin aynı noktada birleştiği, Yunan filozof Platon’un ‘’Mağara Alegorisi’’ nden kısaca bahsedecek olursak; doğduklarından itibaren, sadece karşılarını görebilen, karanlık bir mağaraya zincirlenmiş insanların, nesnelerin gölgelerini görerek bunları gerçek zannetmesi ve bir gün içlerinden birinin zincirlerinden kurtularak mağaranın dışındaki gerçeklikle karşılaşmasını ve geri dönüp diğerlerine bunu anlattığında mağarada zincirli olan arkadaşlarının kendisine inanmayışını konu alan bu benzetmeye göre Platon, nesneler ve idealardan oluşan iki ayrı dünyanın varlığını düşünmektedir. İnsan bedensel olarak nesneler dünyasına aittir ve orada bulunmaktadır. Ancak ruhen bir zamanlar bulunduğu idealar dünyasının izlerini de üzerinde taşımaktadır.
Mağaranın toplumu, zincirin toplumsal yapıdaki kuralları, nesnelerin yansıyan gölgelerinin toplumsal doğruları sembolize etmesi ve buna göre zincirinden kurtulan bireyin sorgulayan insan olması düşüncenin temel yapısıdır.
Bu durumu Matrix ile bağdaştırdığımızda, aynı mağaraya zincirlenmiş olan insanlar gibi, filmimizin kurgusunda yapay zekanın enerji kaynağı olarak insanları köleleştirdiğini ancak insanların yaşadıkları dünyanın gerçek olduğu sanrısıyla derin bir rüyada olduklarını görüyoruz. İşte tam da burada kahramanımız Neo’yu uykusundan uyandırmaya çalışan ve ismi doğrudan Yunan mitolojisindeki düşler tanrısından alınan Morpheus’u karşımızda buluyoruz.
Morpheus: Matrix her yerde, etrafımızda. Şu anda, bu odada… Pencereden dışarıya baktığında görebilirsin, ya da televizyonu açtığında, işe gittiğinde hissedersin ya da kiliseye… vergi öderken… Gerçeği görmemen için dünya bir perde gibi önüne çekilmiş sanki.
Neo: Ne gerçeği?
Morpheus: Köle olduğun gerçeği… Herkes gibi bir kalıba doğdun. Tanını alamadığın, koklayamadığın bir hapis. Aklın için bir hapis…
Ve düşler tanrısı Morpheus’un uykusundan uyanarak gerçekliğe çağırdığı mesihtir Neo…
Kahin’e götürülen Neo, kahinin mutfağının kapısında ‘’Temet Nosce’’ yazdığını görür ve kahin kendisine ‘’Know yourself’’ şeklinde bu yazının İngilizce çevirisini yapar. Apollon’a ait olan Delphi Apollon tapınağının girişinde ise bu yazının Yunancası olan ‘’Gnothi Seauton’’ yani ‘’Kendini Bil’’ yazmaktadır. Kahin hiç şüphesiz ki Apollon’un ta kendisidir.
Gerçek dünyada metro istasyonunda, yani yer altında ki, burası son savaşın, yani iyi ile kötünün savaşının gerçekleştiği Hades’tir, Neo’nun yardımına gelen Trinity, kahinin daha önce kendisine söylemiş olduğu ‘’seçilmiş olana aşık olacağı’’ bilgisine sahiptir. Bu durumda Neo’ya aşık olduğuna göre seçilmiş olan kişi Neo olmalıdır ve o sırada ölmüş olan Neo’yu dudaklarından öperek ona yeniden doğması için ruh vermiştir. Yani burada Trinity’nin Phsyke (yani Yunan mitolojisindeki ruh) olduğu iddiasında bulunabilir miyiz?