Yabancı olduğun, yabancılık duyduğun, yabancısı olmaya özen gösterdiğin, yabancılıktan yabaniliğe dönüşen bir hızla senden biraz başka olan her şeye ve herkese şüphe ile yaklaşıyorsun. Çoğunlukla yaşamından belli bir mesafede tuttuğun ve korktuğun bu yabancılara bir de öcüymüşler gibi davranıyorsun ve öyle hissetmelerini sağlıyorsun kendilerini. Senden farklı olanlara dair yıllar içinde büyük bir özenle inşa ettiğin güçlü önyargılarını senden sonrakilere ve çocuklarına da başarıyla aktarmayı ihmal etmiyorsun. Sen; Kimi zaman bir konunun uzmanı, kimi zaman bir siyasetçi, bir öğretmen, bir doktor, bir iletişimci, bir mühendis, bir akademisyen, bir anne ve baba; üzerinde taşıdığın her türlü rolünle bu başkalaştırma oyununda bil ki önemli bir rol alıyorsun. Ama merak etme aldığın rollerin hakkını çok sağlamca veriyorsun tıpkı sağlamcılık üzerine kurduğun düşünce ve davranış sistemlerinin hakkını verdiğin gibi. Senden farklı gördüğün, hep bir kenara ayırdığın, mesafeli durduğun, çoğunlukla bu tür farklılıklarla gerçek bir iletişim ve ortalama bir ilişkin olmadığından ya da olma şansı vermediğinden, ne çok iletişim hatası yaptığının farkında bile değilsin. Belki de kendini o ölçüde kusursuz görüyorsundur ki, bu satırları okurken bile kendinin tam bir iletişim ustası olduğunu düşünüp alaycı bir gülüşle reddediyorsun yazdıklarımı.
Hani iletişimin genel tanımında en az iki kişinin olması vurgusu vardır ya; işte bu nedenle İletişim kurman gereken kişinin öncelikle ismini doğrudan kendisine sorarak öğrenmeye çalışman iletişimin ilk basamaklarından birini oluşturur. Sanırım ortaokulda birinci sınıftayım. O yılın ikinci döneminde sınıfımıza Bulgaristan’dan yeni bir arkadaşımız katılmıştı. İngilizce öğretmenlerimizden biri daha önce sınıfımızda Bulgaristan’dan gelen bir arkadaşımıza; sor bakalım adı neymiş deyince, tüm sınıfça öğretmenimize gülmüştük. Şaka yapıyor sanmıştık. Çünkü, aramıza yeni katılan arkadaşımız gayet iyi düzeyde Türkçe konuşabiliyordu. Kaldı ki bilmeseydi bile, iletişim kurmanın yolu bu Mudur? Böyle mi başlar ilk iletişim? İngilizce öğretmenimizin, arkadaşımızın ismini İngilizce bilme ihtimalini bile var sayarak doğrudan ona sorması çok sofistike bir bilgiyi mi gerektiriyordu hala merak ediyorum. Sonradan Bulgaristanlı arkadaşım ben duyuyorum ve sizi anlıyorum. Neden bana doğrudan ismimi sormuyorsunuz ve arkadaşıma soruyorsunuz deyince sınıfta bir sessizlik ve buz gibi bir ortam oluşmuştu hatırlıyorum hala. Şimdi soruyorum sana Haksız mıydı arkadaşım?
Oysa şöyle bir düşündüğümde, yeti farkı olanlar, yani senin tanımınla engelli bireyler, yaşamları boyunca bebekliklerinden yaşlılıklarının sonuna kadar bu deneyimle doğuyorlar ve bu deneyimle hayattan gidiyorlar. Mesela uçaktasın; diyelim ki kör bir yolcusun ve yalnız seyahat ediyorsun. Böylece güvenlik kapısından uçak içine kadar, tüm uçuş bileşenlerinin ezberlerini bozuyorsun aslında. Nasıl mı? Bileniniz bilir; yolculuklarda genel olarak havayolları sıradan bir yolcu olarak kör yolculara herhangi bir erişilebilirlik çözümü sunmadığından, sunulan pek çok çözümlerinin de medikal model çerçevesindeki çözümler olduğundan, uçaktan inişlerde veya uçağa binişlerde, tüm yolcuların işlemlerini tamamlamasını beklemek zorundasın. Tüm bu iniş ve binişlerde bir görevlinin sana eşlik etmesini beklemelisin. Nasıl olsa sen bir körsün ve senin hiçbir özel alanın yoktur zaten. Bağımsızlık hissin, kendinle kalma isteğin, özgürce bir yolculuk yapma arzun filan ise tatlı bir hikâye. Uçağa binmek ve inmek için bir görevliyi bekliyorsun. Bekliyorsun, bekliyorsun, bekliyorsun ve daha da çok bekliyorsun.
Bir zaman sonra tüm yolcular indikten veya bindikten sonra, karşıdan gelen bir görevlinin sesini duyuyorsun. Buyurun gidebiliriz artık hanım efendi; ben sana eşlik edeceğim diyor. Ayağa kalkıyorsun ve görevliye doğru yürümeye başlıyorsun ki; hayır sen otur sana demedim diyor ve yerine oturuyorsun tekrardan. Oturunca tekrar diyor evet evet sen gel sana diyorum. Sen tekrar hazırlanıyorsun kalkmaya. Tekrar kalkıyorsun ve tekrar duyuyorsun; sen değil. Beklesen, otur, otur. Bir süre sonra hemen iki koltuk arkanda kör bir yolcunun daha olduğunu anlıyorsun. Hem görevlinin içine düştüğü durumu ve hem de iki yolcunun yaşadığı Deneyimi bir hayal et şimdi. Esasında görevli elindeki isim listesine bakmayı düşünse, kime eşlik edeceğini elindeki listeden seçip ismiyle doğrudan kişiye hitap ederek söylese, bu karikatürlere konu olacak ilginç sahne de ortaya çıkmayacak bence. Sen ne dersin?
Kör birinin seninle göz teması kuramaması, seni; duymadığı, konuştuklarını anlamadığı ve seni dinlemediği anlamına gelmez. Seninle iletişim kurabilir ve konuşabilir yani. Peki bu iletişim çabasızlığı örneğinde, dikkatini çeken kaç iletişim hatası gözlemledin merak ediyorum. Öncelikle görevli belirsiz bir isimle yolculara sesleniyor. Her iki yolcuda kendilerine seslenildiğini anlamıyor. Aynı anda aynı davranışları sergiliyorlar. En basit şekliyle görevlinin, Çiğdem Hanım veya Sevda Hanım diye seslenmesi, iletişimi başlangıç aşamasında güçlü kılmaz mıydı? Peki bir de ısrarla ve ısrarla yolcularla emredici bir dille konuşmasını nasıl değerlendiriyorsun? Sürekli diğer yolculardan onları ayrı tutarak, sen diliyle hitap etmesi bir taraftan bir iletişim hatasıyken, bir yandan da çok derin bir saygı boşluğu ve kör yolcunun varlığına dönük bir itibarsızlaştırma olmuyor mu? Keyifsiz bir yolculuk deneyimine yol açıldığını kavradıysan, artık sıra kendi iletişim hataları yolculuğunu sorgulamaya geldi.
Çok popüler bir restoranda çalışan bir görevlisin diyelim. Oldukça kalabalık bir grup geldi ve masaya oturdular. Dikkatini çeken bir şey oldu. Masada kalabalığın arasında göz teması kuramadığın kör bir misafirin var. Siz ne istersiniz sorusuna hemen cevap alamayabilirsin. Bu noktada yapman gereken misafirini atlamak değil. Sesini ona karşı aşırı yükseltmek de değil. Çocuksu bir tonla seslenmek ya da sesini daha da inceltmek hiç ama hiç değil. Onun yerine yanındaki arkadaşına veya bir başkasına sormaksa, kesinlikle doğru bir iletişim yolu olamaz. Unutma; kör misafirinin yanında gelenler, her zaman onun asistanı, bakıcısı veya yardımcıları değildir. Sadece arkadaşları olabileceği ihtimalini de hep aklında bulundurmalısın.
Birlikte geldiği herhangi bir arkadaşını iletişim kanalı olarak kullanman, sorularını işin öznesine sormaman hem kişileri rahatsız eder ve hem de arkadaşları arasında kötü hissettirir. Mesela benim adıma arkadaşım Sevinç’e sorarsan, çay içer mi diye; O da bana sorar çay içer misin diye? Ben de cevap veririm evet içerim diye. Zaten sen onu duymuş oluyorsun. Tekrar evet evet içiyor muymuş onayını arkadaşımdan duymana gerek var mı sence? Sanki bir kez daha düşünmelisin gibi geliyor bana iletişim becerini. Yani bir iletişim krizine ya da paniğe gerek yok aslında.
Tekerlekli sandalye kullanan bir arkadaşımla sohbet ederken, Sevda bazen kendimi market arabası gibi hissediyorum demişti. Nasıl yani diye sorduğumda; eşimle veya arkadaşımla bir yerlere gittiğimizde yüzlerine sevimli bir gülücük kondurarak, sen şunu tutar mısın? Nasıl olsa oturuyorsun. Sunu sandalyenin koluna bırakıyorum rahatsız olmazsın değil mi? Su çanta senin kucağında kalsın mı diyorlar sürekli. Sonra bir bakıyorum ki; yolun ortasında üzerimde bir dolu eşya ile kalabalıkta bekliyorum. Sanırım benimle iletişim kurmanın yollarından biri olarak bunu belirlemişler aralarında. Çok şaşırdım; sen bir şey söylemiyor musun dedim arkadaşıma. Arkadaşımsa, hayır söylediğimde beni alınganlıkla suçluyorlar ve bu kez de gerginlik oluyor aramızda. Bu nedenle pek bir şey demiyorum dedi. Sen hiç kendini bir market arabası gibi hissettin mi? Nasıl hissedildiği konusunda en ufak bir fikrin var mı?
Sevgili doktor,, Hastaneye muayene olmaya gelen sağır bir hasta ile konuşurken sadece sözel iletişim becerilerini kullanman, kıymetli komiser, karakola müracaat eden kekeme birinin sözünü keserek tamamlamaya çalışman, değerli arkadaş, şişman birine yaptığın sevimsiz el şakaların ve tatsız esprilerin, saygıdeğer Öğretmen, sınıfında en kusursuz dersleri anlattığını sanarken, kör bir öğrencine evet şimdi seninle bu dönem ne yapacağız bakalım demen, işte bunlar tümüyle birer iletişim hatası ve biliyor musun hepsi senin tarafından hala yapılmaya devam ediliyor. Hayat farklı renklerden, seslerden ve tonlardan oluşan bir mucizedir unutma. Bu mucizeyi yaşarken kendi sıradanlığına ve ezberlenmişliğine karşıt, kimi farklılıklarla yüzleşmeyi Kabul etmen, bir yanıyla kendinle yüzleşme anlamına gelir. Tabii böylesi bir yüzleşmeye hazırsan, doğru iletişim yollarını bulmaya da hazırsın demektir. Farklı renklerin, seslerin ve tonların ahengiyle, kendini yeniden keşfetmen dileğiyle.
Sevgimle, sevdamla.