Korkarak yaşıyorsanız yalnızca hayatı seyredersiniz.
Friedrich Nietzsche
Afrodit ve yasak aşkı Ares’in oğlu olan Pheobos, korkunun kişiselleştirilmiş hali olarak karşımıza çıkar. ‘’Fobi’’ kelimesinin kökeni olan Pheobos’un, annesinin her canlıyı elde etme isteği nedeniyle kaybetmekten korkmak ile özdeşleştirilmiştir. Ama zaten korkunun temeli tam olarak da bu değil midir? Kaybetme korkusu…
Umut ile umutsuzluk, mutluluk ile mutsuzluk; önce kaybetme korkusunun duygu olarak yoğunlaşmasıyla şekil değiştirmezler mi? Bazen kaybetmeye öylesine odaklanır ki insan, henüz hamlesini gerçekleştirmeye bile başlamadan geri adım atar. İşte bu da çoğunlukla insanın hayatta kalmasını sağlar ama hayata tutunurken nelerden vazgeçtiğini düşünmemecesine bir kaçıştır bu çoğunlukla. Risk almak istemeyen yapısıyla, öğretilerine sıkı sıkıya tutunur çoğu insan. Kolay olanı yaşarken, kaybetmekten korktuklarına sımsıkı yapışmışken, hayatın kaçıp gittiğini fark etmez çoğunlukla… İşte bu konfor alanıdır çoğunlukla bizi yerimize mıhlayan ve yaşamanın sadece nefes alıp vermek olduğunu zannettiğimiz o illüzyonun içerisine bizi hapseden.
Pheobos’u suçlamak mı peki kolay olan? Ya da bu hayatta kaçırdıklarımız için başkalarını suçlamak mı yoksa? Bir türlü silkinip üzerimizden atmadığımız yüklerimiz, bizim kendi kendimize sırtımıza aldıklarımız değil midir oysa?
Korkuyorlar Robson
Şafaktan korkuyorlar,
Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten
Nazım Hikmet (1949)