Ne güzel bir sesleniştir… Ne içten bir karşılama, tarifi olmayan candan kucaklaşma, zarif bir merhaba…
Gelene de gidene de güzellikle seslenmektir, hoş bakabilmektir…
Hoş geldin derken nasıl da ışıldar gözler dünyaya, gözlerini açan çocuğa, dalında açan tomurcuğa, yeni güne, dünde kalan tüm karamsarlığın ardındaki umuda…
Geceden nöbeti devralan güvenliğe, mekana memnuniyetle ayrılmak için gelen müşteriye, dükkanı ‘Ya nasip’ duasıyla açan esnafa, ekrandan haber bekleyen izleyiciye, derste meraklı gözlerle öğretmenden ziyade öğrenmeyi bekleyen çocuğa, hekim eliyle şifaya gelen kaygılı hastaya, saçındaki akları boyatmaktan çok görünür tüm kusurunu örtsün umuduyla kuaförde koltuğa oturana, Hakkın divanına varmadan hakkına ulaşmak için kürsüden umut bekleyen davacıya, sağ salim geldi ya buna şükür dediğin teskereyle dönen evladına, Kredisi onaylanan banka gişesindeki borçluya, toprağı umutla mahsule hazır eden çiftçiye, ekmekten daha sıcak yanmış yüzüyle karşılayan fırıncıya, yolundan geçen, yolundan geçtiğin her bir insana kısa ve öz selam etmektir hoş geldin…
Kendini hiç gitmeyecek misali, ev sahibi yerine koyduğundan olsa gerek; dünyanın neresi, çaldığın kapı kimin olursa olsun sen de gitsen, o da gelse sana, karşılaştığın her insana bir kuru seslenişten çok ötesidir, hoş geldin… Hoş geldiğini hissetmek, hissettirmek, beklemeye değdiğini, kavuştuğuna sevindiğini…
Hoş geldin diyebilmek genişlik ister gönülde, hoş olmamış demeye yer bırakmayacak kadar…
Hoş bulmaktır en çok da seni karşılayanın samimiyetiyle bulduğun huzurun büyüklüğünde…
En çok da hoş kalabilmektir geldiğin yerde; hoşça kal derken vedadan başka sızı bırakmayacak kadar incitmeden, kırmadan dökmeden gideceğinden emin olabilmektir hoş gelmek..
Hoşça kalsın gitmek üzre yola koyulanlar o vakit…
Hoş gelsin pazartesiden beklediğimiz tüm sürprizler…
Hoş geldin yeni hafta…