“Gençlere önerim: Hayat evre evre. Hangi evrede neyi başarmak istiyorsanız örnek alacağınız kişi/kuruluşu doğru seçmenizdir. RE Books Arts Yayınevi – Rengigül Ural Kitaplığı nasıl oluştu?”* paylaşımıma “Ne kadar büyük bir değer ve üretkensiniz. Ben de keşke sizin için bir şeyler yapabilsem ve sizden bir şeyler öğrenebilsem. Örneğin benim yolum, 1967 yılında Türk – Amerikan üniversiteli kadınların bir kısmı ile kesişti. Özellikle Ayşe Hanım ile uzun yıllar iletişimimiz sürdü. Hiçbir zaman isimlerini ifşa etmeyen 7 değerli dernek mensubu harika ve eşsiz işler yaptılar. İsimleri verilmese de yapılan Türk eğitimine büyük katkıdır ve de belki de bir ilkti, derneğin icraatı. Bu güzel icraatın duyulmadan tarihe gömülmesi bir kayıptır, haksızlıktır. Bu icraatı paylaşmayı bir borç biliyorum. Tabii ki lâyık olduğu şekilde ve yerde kaleme alınmalı. Bir özet bile olsa. Ve bunu sizinle paylaşmayı çok isterim.” ifadeleri ile sözü Ayşe Pişkin Hanım’a bırakıyorum:
“Yıl 1967, okullar kapanmış, sanırım en heyecanlı grup, okul yaşamı devam edip etmeyeceği belirsiz ilk okul mezunlarıydı. Bunlardan biri de bendim. Orta okula devam olasılığım belirsiz, hatta imkânsızdı. Tek bildiğim öğretmenlik mesleği sınavında yedeklerde kalmış, kaydolma şansım olamazdı. Aldığım eğitim, sınav için yetersizdi. Bu nedenle gizli gizli, kimseye göstermeden ağlıyordum. Durumu gören annem beni şehirdeki akşam sanat okuluna kaydettirdi fakat biliyordum ki okula gidip gelmem olanaksızdı. Köyümüz şehre çok uzak olmamakla birlikte ulaşım güçtü. Çaresizlik içinde kıvranıyordum.
Bingöl’ün Kiğı ilçesinin Kara Polat Köyü’nde dokuz kız kardeşlerden en büyüğü, diğeri de yedi kardeşten biri olan iki kız çocuğu Şehrican ve Nafiye ilk okulu bitirmişlerdi. Issız ve tehlike çemberi içerisinde olan bu köyde ilkokuldan başka okuma şansları olmayan bu kızlar umutsuzluk içerisindeydiler ve bir gelecek hayal edemiyorlardı. O güne kadar birkaç erkek çocuğundan başka kimse okumak için köyden çıkmamıştı.
Tokat, Turhal, Zile İlçesi… Aynı ilkokuldan mezun olan Zülfiye ve Nevin, ilçede okul bulunmasına rağmen maddi nedenlerle okuma şansına nail değillerdi. Okumalarına imkân yoktu.
Afyon, Dinar, Yapağlı Köyü… O yıl okulu bitiren iki kız çocuğu Sultan ve Vahide… Bulundukları köyde o güne kadar erkek çocukları dışında okuyan olmamıştı. Okumayı akıllarından geçiremiyorlardı.
Bunlar ve benzeri ortaokul şartları olmayan pek çok köyden her yıl öğretmen Kazım Taymaz, kendi olanaklarıyla, okuma arzusu olan çocukları İstanbul’a, Levent’teki “Köy Çocuklarını Yükseltme Yurdu”na getiriyordu. Yurda sığmayanları kendi evinde barındırarak okumalarını sağlıyordu.
Bu yurda her yıl öğrenci seçme işlemini Öğretmen Kazım Taymaz bizzat kendi, Anadolu’yu dolaşarak yapıyordu. İmkânları kısıtlı olmasından dolayı okuyamayan ama bunu arzu eden erkek çocuklarını buluyor ve onları eğitimle buluşturuyordu.
Kazım Taymaz kimdi?
1925 Düzce doğumlu olan Kazım Taymaz, İstanbul, Bolu ve Düzce de eğitim görevlerinde bulunmuştur. Kazım Hoca; 1952 yılında göreve başladığında, genç olmasına rağmen bir gerçeğin farkına varmıştı. Zekî ve üstün yetenekli birçok köy çocuğu, ilkokulu bitiriyor, fakat daha ileri gidemiyordu. Bunun nedeni, ekonomik ve geleneksel tutumlardı. Bazı aileler ve çevreler, kızlarının okumasını, o kadar da gerekli görmüyorlardı. Erkekler için ise, iki engel vardı. Birincisi; ekonomik imkânsızlıktı. İkincisi; çocuk çalışarak, ailesine yardımda bulunmak ve babasının işini hafifletmek durumundaydı.
Eğitimci M. Kazım Taymaz, köy çocuklarına yaptığı hizmet ve çalışmalar nedeniyle; 1969 yılında “Yılın Öğretmeni”, 2000 yılında “Türkiye Fair Ödülü”, 2007 yılında TBMM tarafından “Üstün Hizmet Ödülü” ile ödüllendirildi. 1964-1980 yıllarında İstanbul’da Seza Üçer ve başka hemşerileriyle birlikte oluşturdukları “Köy Çocuklarını Yükseltme Derneği” ve “Köy Çocuklarını Eğitme Derneği” bünyesindeki çalışmalarıyla birçok gencin öğrenim görmesini sağlamıştır. Geçirdiği beyin kanaması sonucu 06 Kasım 2010 tarihinde Düzce’de hayatını kaybetti. Bu yurt ve dernekler 2002 yılında vakıf haline getirildi.
Yıl 1967. Bu sistemi bilen ve derneğe destek veren bir grup Türk-Amerikan üniversiteli kadın, erkek çocuklarına sağlanan bu olanaklardan kız çocuklarının da faydalanması gerektiği düşüncesiyle harekete geçti; Müjgan, Gülen, İnci, Sevim, Yüksel, Zülal ve Nemika Hanımlar, ellerini sevgi ve büyük bir istekle taşın altına koydular.
O dönemde kızların evlerinden alınıp İstanbul’a getirilmesini ancak Kazım Hoca sağlayabilirdi. Türkiye’nin bilinmeyen, yolu ya da ulaşımı olmayan köyler Kazım Hoca’yı çok iyi tanır, ona güvenirlerdi. Hatta o yörelerin eşkıyaları bile bilirdi onu. Bu yedi kadın, Kazım Hoca’ya “Bize de okutmak üzere Anadolu’dan kız çocukları bul.” dediler. Memnuniyetle yola koyulan Kazım Taymaz yedi farklı köyden yedi kız çocuğu buldu ve onlara getirdi. Levent’teki erkekler yurdunun tam karşısında bulunan bir çatı katını kiraladılar ve içini bu kızlar için hazırladılar. Yakın bir akrabalarını sorumlu müdür ve abla olarak atadılar. Akşamları etütler için Kazım Hoca’nın mimar kızı Zuhal Taymaz yardımcı oluyor, üniversite öğrencisi olan Şerife Demirbilek de hem orada barınıyor hem de bizlerin derslerine yardımcı oluyordu.
Kazım Hoca, okuma aşkıyla yanan ancak eğitimi hayal bile edemeyen kız çocuklarının köylerine giderek yurdun adresini vermek ve belirlenen tarihte o adreste olmalarını söylemek yeterli oldu. Bu şekilde 7 kızın eğitim süreci, okulların açılmasından birkaç gün önce bu binada başladı. Bu olay o dönemde, bizler için bir mucize, Kazım Hoca için kendisine bir kez daha duyulan güvenin katlanmış kanıtı, aileler için de bulunmaz bir nimetti. Altmışlı yıllarda, 11, 12 yaşındaki kız çocukları okuma fırsatı buluyor, aileler Kazım Hoca’ya duydukları güvenle çocuklarını hiç bilmedikleri ve görmedikleri bir yere, okumak için gönderiyorlardı. Pek çok güzel duygunun da ilkiydi.
Öncü yedi kadın, o dönmelerin çok tanınmış ailelerinin üyeleri idiler. Hiçbir zaman isimlerinin açıklanmasını istemediler. Bu olağanüstü olay, “Yedi köyün yedi kızı“ olarak Hürriyet Gazetesi’ne manşet olmuştu. Hiçbiri, maddi ve manevi her türlü güçlerini ortaya koymalarına rağmen kimliklerini açıklamadılar, reklam yapmak istemediler. Maddi manevi her türlü güçlerini ortaya koydular. Tüm giyim, yiyecek, sağlık ve okul masraflarımızı karşıladılar. Okul eğitimimizin yanı sıra, kültür ve sosyal gelişimimize gönülden ve sevgiyle katkıda bulundular. Yeri geldi, kendi aile ve çocuklarından önde tuttular.
Bizleri en güzel şartlarda orta okuldan mezun ettikleri gibi, liseye devamımızı sağladılar. Her birimizi eğitim kurumlarına yerleştirdiler. Amiral Bristol Sağlık Koleji sınavına gönderdiler. Ve 3 arkadaş bu okulu kazanarak hemşire olduk. Değerli Hocamız Gülsevim Çeviker işte o zaman hayatımıza girdi. Diğer ikisi öğretmen oldular, iki arkadaşımız da lise eğitimlerini ailelerinin yanında sürdürdüler. Bizden sonra bu olanağı üç dönem daha sürdürdükten sonra görevlerini sonlandırdılar.
Hayatımızı değiştiren, aydınlatan ve bizleri topluma kazandıran bu değerli kadınlara teşekkür etme fırsatımız olamadı. Sadece arkalarından hep duacı olabildik. “Bize teşekkür etmenize gerek yok , bizim için bir şey yapmak istiyorsanız, sizler de başkalarına yardım edin.” derlerdi. Ben şahsen hep onu yapmaya çalıştım. Onlar bize, karşılıksız vermeyi, saygıyı, sevgiyi ve mutluluğu öğrettiler. Nurlar içinde yatsınlar, mekânları cennet olsun.
Ayşe Sarıalp’i de mezuniyetimiz sonrasında, dil eğitimlerimiz sırasında tanıdık.
Amiral Bristol hayatımdaki en büyük ikinci şanstı. Dört yıllık gerçekten özel şartlarda eğitilmiş hemşirelerden biri olarak Amerikan Hastanesi’nde işe başladım. Pek çok ilklerin öncüsü olan bu kurumda benim de pek çok katkılarım oldu. İlk Özel Yoğun Bakım Ünitesi’nin açıldığı kurum Amerikan Hastanesi idi ve ben bu ekipte yer aldım. Türkiye’de hemşirenin hemşireyi eğittiği ilk “Yoğun Bakım Hemşireliği” kurslarının koordinatörlüğünü yaptım ve 1980’li yıllarda yüzlerce hemşireyi eğittik. Bu kursların bütçelerini Dr. Winkler ile yaptık ve finansörümüz hep Koç Vakfı oldu. Ve hayatımıza Sayın Semahat Arsel girdi. Bir diğer mucize de meslektaşlarım adına buydu. Mesleği her yönüyle aydınlatan Sayın Arsel, mesleğimizin en büyük destekçisi oldu. Türkiye’deki hemşirelik mesleği bugünkü eğitim ve bilgi yönünden bulunduğu noktaya gelmiş olmasında rolü çok büyüktür.
Ben de eğitim ve meslek hayatımda, almış olduğum feyz ve destekleri değerlendirmeye çalıştım. Mesleğimde hep iyi olamaya çalıştım ve elimden geleni yaptım. Türk Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği’nin kurucu başkanlığı, Amiral Bristol Mezunları Dernek Başkanlığı, pek çok dernek kuruluş ve yönetim kurulu görevleri, parti kuruluş ve millet vekili adaylığı gibi pek çok aktivitede yer aldım. Mesleğimi ve bilgilerimi paylaşmaya çalıştım ve hâlâ çalışmaktayım. Bana harcanan emeğin karşılığını vermeye çalıştım.
Kendimden başarılı olmuş ve eğitime ve mesleğe, insanlığa katkıda bulunabilmiş biri olarak biraz uzun bahsettim. Bunun nedeni de eğer bu değerli kadınlar ve Kazım Taymaz bizleri görüyorlarsa, gurur duymalarını istememden kaynaklanıyor. Çabalarının bir nebze de olsa boşa gitmediğini görmelerinden mutluluk duyacağım.” Ayşe Pişkin
25 yıldır Koç camiasından tanıdığım – ki Semahat Hanım “Beni benden daha iyi tanır.” der, yazılı, sözlü kayıtlara da geçmiştir. Ali Koç ta bir yeni yıl davetinde Koç Holding’de “Koç Ailesi’ni en iyi Rengigül Hanım tanır.” demişti. 40 yıllık çalışma hayatımda görevim gereği aldığım formasyon ve yaradılışım; iş ve özel hayatımın içindeki her bir ferdi “kendisinden daha iyi tanımak” üzerine kurulmuştur – Ayşe Pişkin Hanım da nice gence örnek oldu. Rol modelleriniz, eğitim ve iş yaşamınızdaki örnekleriniz güzel ise siz de bu güzelliklerin farkında iseniz bir ayna gibi topluma yansıtıyorsunuz. Tabi her kişi ve kurumun olumlu olumsuz, yeterli yetersiz, güçlü güçsüz yönleri olur. Bunun da bilinci ile iyiyi içmek, doğru olanın, çağı yakalayabilenin farkında olmak da gerek. Gençlere önerilerimi, başarabildiklerimi, hedeflerimi RE Books Arts Yayınevi ve Rengigül Ural Kitaplığı’nda bulabilirsiniz. https://rebooksandarts.com/kitaplik-hakkinda.php
Bu vesile ile 30 Ağustos Bayramı’mızı kutluyor, bizlere bu güzellikleri ve imkânları armağan eden başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere ebediyete intikâl edenleri özlem ve saygıyla anıyorum.