“Sosyal izolasyon” ve “sosyal mesafe” ile tanıştı dünya. “14 gün”, “14 Kural”, “Ev Karantinası” gibi tamlamalar dağarcığımıza girerken, kimilerimize hayal gelen “evden çalışma”, Covid-19’un pandemi olarak ilan edilmesinden sonra mecburi oldu, dünyanın birçok yerinde sosyal kısıtlamalar uygulanmaya başlandı.
Henüz net bir tedavisi, ilacı olmayan ve çoğumuzun ismini yeni duyduğu bu yeni salgın hakkında uzmanlar medyada görüşlerini aktarıyorlar. Kimi tarihsel salgın süreçlerinden bahsederken, kimi virüsün genomlarını anlatıyor. Virüsten nasıl korunuruz, nasıl hasta olmayız tartışılırken, dünya bu kaotik süreci en az hasarla atlatma çabasında.
Salgınlarda can kayıpları olmaması için verilen mücadelede tarihsel süreçler hayli hüzünlü. İlk akla gelen veba. Veba Londra’da çok can kaybına sebep veren bir salgın. İzole olan yaşama şansı bulmuş diye biliniyor. Sir Isaac Newton gibi. 1665 – 67 yılları arasında çiftliğine çekilerek kendisini toplumdan izole ediyor ve bu süre zarfında geçirdiği verimli zaman neticesinde yerçekimi kanununu buluyor.
Kolera, Rus ve İspanyol gripleri gibi pandemilerde benzer süreçler yaşanmış. Amerika’da ortaya çıkan İspanyol gribinin askeri hareketliliğin yoğun olduğu I. Dünya Savaşı sırasına rast gelmesi, Osmanlı topraklarında da can kayıplarına yol açmış ve 20. yüzyılın en büyük felaketlerinden biri olarak salgınlar tarihindeki yerini almış.
O dönemi kaleme alırken Balatlı Seher anneannemizin anne ve babasının erken yaşlarda tifodan öldüğünü şöyle yazmıştım:
“Tifo, çiçek, kuduz, tetanos… Kırılıyor insanlar hastalıktan!
Sabun bile yok… Sular ne derece temiz?”.
Sâdece Osmanlı topraklarının insanları değil, savaşlar, sürgünler, salgın hastalıkların yoğun yaşandığı acılı bir dönem. Pasteur’ün ismi ve “aşı” lafı ise o dönem için yalnızca bir umut. Aynı dönem II. Abdülhamid Bakteriolojihâne-i Şahane’yi kurduruyor.
Gençliğimde salgın dendiğinde aklıma sıtma, tifo, tifüs, kuşpalazı, çocuk felci geliyor. Yakın zamanda ise Deli Dana, Sars, Kırım Kongo. Şark çıbanını ise babam, babaannem, halamdan biliyorum. Ne sıkıntılar geçirdiklerini de. Dedem Urfa’ya tayin ile gittiklerinde yüz yüze geliyorlar. Bazı kişilerin burunlarından bir parça koptuğuna şahit oluyorlar. Tırnık sözcüğü dağarcıklarına giriyor. Parmağı ile kaşıdığı bölge yara oluyor ve hayat boyu o iz yüzünde, bedeninde kalıyor. Babam Karadeniz Ereğli’de doğmuş olmasına rağmen Şark çıbanından dolayı “Urfalı mısınız hocam?” sorularını çok duymuştu. Her sorana da aktarırdı. Şark çıbanı konusu açıldığında da annem sıtmayı anlatırdı. Sık sık sıtmaya yakalanırmış. Kansızlık çeken narin bir çocukmuş. Annesi faytonla okula yemek gönderirmiş.
Aralık 2019’dan bu yana da dünyamızı etkileyen Covid-19. Bir çeşit zatürreye neden olan, eskilerin tabiri ile veremin bu devirdeki daha bulaşıcı hâli diye medyaya yansımasıyla ilk defa duyduğumuz bir virüs.
Pandeminin bize hatırlatmak istedikleri var. Artık ekoloji bilinci ile çevreye saygılı olacağız, olmak zorundayız. Tarım, ormancılık ve temiz su ihtiyacı daha da önem kazanacak. Bir kriz durumunda, sosyal izolasyon olduğunda evlerimizde kalacağız ve su tüketimi artacak. Su kaynaklarının sürdürülebilirliği ve yeterliliği şimdikinden daha da önemli olacak. İklime, sağlığa, güvenliğe, bilişime, hijyene, doğaya uygun mimariye bilinç artacak. Dijital bilgi kirliliği de bir süzgeçten geçecek.
“Evde hayat var” dendiğinde geçmişte ev hayatı ile ilgili gözlemlerimi anımsadım. Büyüklerim tatillerde ve bayramlarda bana ev ile ilgili geleneklerini aktarırlardı, tatlı esprilerle. Evde iş paylaşımı olurdu, zaman akıp giderdi. “Evde canım sıkıldı denmez, ayıptır.” derlerdi. O devirde ufak tefek şeyler için bile “ayıp” sözcüğü vardı. Heyecanlı anlatış tarzlarına da çok gülerdim.
Eskiler can sıkılması nedir pek bilmezler. Terzi sanatkârı babaannem Nevzat Yaltırık yeri gelir dikişlerine evde devam ederdi. O dönem neredeyse her evde çeyizden bir dikiş makinesi olurdu. Can sıkıntısı nedir bilmez, saatlerce evde dikiş yapardı.
Kayınpederim, fotoğraf sanatkârı Saffet Ural ise işlerinin yoğunluğundan rötuşlarına evinde de devam ederdi, plakçalarında Mussorgsky’nin Çıplak Dağda Bir Gece eşliğinde. Bu örnekler o dönem belki çoğu evde vardı; ismi bilinmese de çoğu insan sadece işinde değil, evinde de üretimine devam ediyordu.
Evde tatil olduğumuz günlerde ise zaman zaman babam Prof. Dr. Faik Yaltırık’ın gezilerinde çektiği fotoğrafları dia makinesinden ailece izlerdik. Evde hem birlikte zaman geçirir hem de yeni bilgiler edinirdik.
Kuşkusuz sağlıklı olmak ve sağlıklı kalabilmek de doğal ve yeterli beslenme ile doğrudan alakalı. Evde ilk yemek yapma deneyimim ilkokul dördüncü sınıftaki tatilde olmuştu. Anneannem tarhana çorbası yapmayı öğretti. Sonucu her seferinde daha güzel oldu. Soğuk algınlığında, soğukta, bazen de kahvaltıda, kimi aile mis gibi tarhana çorbası ile güne başlar. Ailemizde çoğunlukla kışın ya öğle ya da akşam yemeklerinde, Ramazan ayında, iftar veya sahurda içilir. Tarhana hemen hemen her evde, her yaz özenle yapılır. Midesine dokunmayanlara da tam bir besin deposudur. Sıcak bir aile ile eve sığan çocukluğum sayesinde çorbalarım, böreklerim, köftem, pastırmalı kuru fasulyem kendimizce güzeldir. Güzel ve verimli zaman geçirmek ise en kıymetlisi.
Dünya nimetleri ile bütünleşmek, huzuru hayal etmek insanın doğası gereği var ve olacak. Bu bağlamda, dünyanın neresine bir huzursuzluk yaşansa canımız yanar. Dünyanın neresinde bir can, doğal güzellikler, tarihi alanlar zarar görse çok üzülürüm. Şu hararetli salgın günlerinde de aynı hisler içindeyim.
Yeryüzü kurulduğundan bu yana insanlar ne yazık ki sahip oldukları değerlerine, kaybettikten sonra çözümler arar. Nasıl ki bir hoyratlıkla, belki de “hiç bozulmayacakmış” sanrısıyla doğayı neredeyse kaybederken, “organik” sözcüğü dağarcığımıza bir özlem ve pişmanlıkla girdiyse, saf insani ilişkilerin bu özlemle geleceğine inanarak yazmaya çalışıyorum, dilimin döndüğünce.
Bir yerde bir olumsuzluk olduğunda bileceğiz ki, kelebek etkisi gibi tüm dünyayı etkileyecek. Yeni nesil geçmişten ders alarak kendine sağlıklı ve en önemlisi ahlaklı bir beslenme tarzı belirleyecek. Eskilerin dediği gibi “biz ne günler gördük” diyerek geleceğe umutla bakmaya devam edeceğiz.
Evde geçirdiğiniz zamanın verimli olması dileklerimle, sağlıklı günler dilerim.