Özgecan Aslan 11 Şubat 2015…
Tecavüze direndi ve henüz bedeni canlıyken elleri kesilerek yakıldı…
Özgecan’ın ölümünün ardından 2019 yılına kadar yaklaşık 2 bin kadın, erkekler tarafından şiddete maruz bırakılarak öldürüldü. 2019 yılının raporlarına göre, sadece 2019’da 474 kadın erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybetti…
2020 Ocak ve Şubat aylarında 49, Mart ayında ise 29’u erkekler tarafından öldürüldüğü bilinen, 9’u ise şüpheli kadın ölümleri gerçekleşti…
21 Temmuz 2020’de Muğla’da boğularak öldürüldükten sonra bedeni çöp varilinde yakılıp üzerine beton dökülen Pınar Gültekin’in cinayetinin ardından ‘’İstanbul Sözleşmesi’’nin tartışılmaya başlandığı Temmuz ayında 36 kadın erkekler tarafından şiddete maruz bırakılarak öldürüldü…
29 Aralık 2020’de özel bir üniversitede öğretim görevlisi olan Aylin Sözer, eski sevgilisi tarafından yakılarak öldürüldü…
Toplumun çarpıklığı ve şiddet taraftarı erkeklerin suçluluğunun su götürmediği ortadayken, birçok kadın sığınma evlerinde yaşamaya çalışırken, aklıma takılan tek bir konu oluyor maalesef; biz kadınlar sosyal medya kahramanlığı yapıp kendimizce konuyu kınarken, acaba herhangi bir kadına gerçek anlamda desteğimizi sunabildik mi? Kadın sığınma evlerine gitmek zorunda kalan kadınlara yardım elini uzatacak hiçbir kadın yakını yok muydu? Hani sosyal medyada kınıyoruz ya, gerçekten etrafımızda yaşansa bu kadınlara desteğimizi verebiliyor ya da onların hayatlarını kınamadan desteğimizi veriyor muyuz? Ya da ‘’Bu erkekleri kim yetiştiriyor?’’ sorusunu korkmadan sorabiliyor ve dönüp kendimizi, yani kadınları da eleştirebiliyor muyuz?
Suçlamak her zaman kolay olanıdır ama konunun köküne inmeden çözüm üretmeye çalışmak, bana göre sadece akıntıya kürek çekmektir. Kendi içimizde kabullenemediğimiz, yadsıyarak yok saydığımız, kadının kadına şiddetinin yaşandığı bir toplumda elimize geçen sonuç tam anlamıyla sonuçsuzluktur.
Erkek çocuk doğurduğu zaman kendisini kraliçe oldu zanneden, erkeği kadından üstün gören zihniyete sahip kadınların şiddetidir bu. Zifaf odasının kapısında kanlı çarşaf bekleyen kaynananın, pazardan mal seçmişçesine ‘’oğluma kız aldım’’ söylemlerinin sonucudur. Ataerkil olduğu zannedilen ama son derece anaerkil olan toplumumuzda birçok kadının çalışmak istememesi ya da çalışıyor olsa bile daha rahat bir hayata kavuşmak amacıyla erkeğe sırtını dayamak çabasının getirisidir.
İçinde yaşadığımız bu toplumda, kadın kendisinin birey olduğunu ilan etmeden ne bu cinayetlerin ne de şiddetin sonu gelmeyecektir. Kadın erkek ayrımı yapılmaksızın, çocuklarımızı insan oldukları bilinciyle yetiştirmek ve konuyu sünnet düğünündeki gururlu anneden kurtarmak bana göre tek çaremizdir. Bunu başarabileceğimizi hiç zannetmesem de gene de içimde bir umut var. Kadınların kendilerini ikinci sınıf insan tanımından çıkararak, erkeği yücelterek ya da kullanarak değil, hayatı paylaşarak yaşadığı ve bunu toplumun küçük bir kesitinde değil, her platformunda birebir hissettiğimiz güzel günlerin umudu…