Bir başkadır tabii, herkesin umudu hüznü, birikimi, kaybı, güzele, çirkine biçtiği kaftan, yüklediği anlam… Maviden aldığı huzur, yeşilde içine çektiği nefes bir başkadır. …Sevdiği tablo, sevmediği manzara hepsi bir başkadır tabii ki. Bir başkadır diye başlayınca söze memleketim diye devam ederdik şimdiye değin, Ayten Alpman ‘la sözün başladığı anda kalbimizin ritminin dahi arttığı o bile bir başkalaşıp şimdilerde Ferdi Özbeğen sesi yükseliyor aniden kulaklarda… Bir başkadır elbet, başka sandıklarımız,başka saydıklarımız.. Her birimizde bir başka çarpar kalp, bir başka cuk oturur kiminde, iki beden büyük durur insanlık. En şaşırtıcı olanı da bazen kendini bile tanıyamaz insan, aynada karşısında duran yabancı suret de bir başkadır ve pek çok kişinin bir akşamda bitirdiği dizi gibi sekiz, on bölümde bitmez başkalık bir ömre uzanır…
Pastel renkleri de sevmeye başlayınca nefes almaktan öteye gidip yaşamaya başlıyor yaş aldıkça insan. Daha duruluyor, daha sakin,daha yavaşlıyor ,daha az haykırmaya ,ve aksine aksine daha çok var olmaya başlıyor. Harcayacağı her şeyin daha bir sırasını, değerini, sayısını ve de geri alınamazlığını idrak ediyor. Gökkuşağındaki paleti zihin fırçasına daldırıp en derindeki flu boyaları da katıyor hayatının cansız kısmına. Ama sadece insanın en renklisini, en var olanını, canlısını candan, en berrak, şeffaf olanını, yüzüne değil yüreğine gülümseyenini seçiyor. Hiç dediğinin, asla dediğinin; hep’e, olur’ a dönüşebilirliğine ise hayretle ‘evet ‘diyor… Kalbi de soft bir hal alıyor, tavırları da, okuduğu da hatta yazdığı bile daha durgun, yürüyüşü daha dingin ve derin bir o kadar da net oluyor bir yerden sonra… Kurduğu cümledeki nezaketi, de hışmını da bilerek yükseltiyor ya da azaltıyor. İnsan bir yerden sonra artık çemberinin dışında kalan herşeyin ve de herkesin gidişine gülümseyerek bakıp içinde kalana daha da bir asılıyor tüm sonuçlarıyla. Benden, benim,bana diyor ödeyeceği hesabını en ince ayrıntısına kadar kabullenip. Kimseye de ne yükünü, ne minnetini bırakmıyor. Sorumluluğunu yükünü dert ettiğin hiçbir yükü üzerine almayacaksın ki ağır gelmesin diyerek..
Bazen insan renklerin karmaşasından, verdiği yorgunluk ve yoğunluğundan kaçıyor sessizce. Tıpkı hayatın da tüm renklerinden olduğu gibi. Kesin eskiyecek elbet zamanla şu an yeni bildiğimiz her şey,siyah beyazdan ibaret olacak tüm renkler . Karşına çıkan güzellikler anı, kötülükler kabus olarak kalacak belleğinde… Nostalji diyeceğiz sonra bir gün;oysa en tazesini ,en yenisini yaşadığımızı varsaydığımız ya da sandığımız kim bilir belki de çok yanıldığımız bugünlere ,yarınlarda şimdiki anlara. Tadını çıkarmak lazım dolu dolu ve içten yaşamalı her ne çıkarsa önüne acının da, mutluluğun da, hüznün de, heyecanın da. Yoklukların, yorgunlukların, yoksunlukların tabii ki olacak ömür sahnende. Varlığa şükür, yokluğa sabır an’a kanaat değil midir ki hayatın tam da karşılığı. Gelmez dediğin misafirin gelişi, gitmez dediğin en yakınının gidişi, bitmez dediğin derdin, sonsuz sandığın ömrün bitişi işte hepsi yaşama dair renkler değil mi varsa kaderinde çıkacak olan karşına… Albümlerde gördüğümüz o net duygular keskin bakışlar bir o kadar da rengini hayattan alan siyah beyazlığındaki gökkuşağında barındıran kareler…Envai çeşit marka ve modeldeki makyaj malzemelerinin kendini sergileyemediği, karşımızda duran soluk benize bakış açımıza göre yüklediğimiz ışıltı paletinin paha biçilemez güzelliğini özlüyor işte insan… Sadece ara renkte griyi yakaladığımızda renklenen kareler tıpkı kaygılarımız gibi bazen var bazen yok olan. Gelişiyle heyecana kapılıp alev kırmızısı gidişiyle hüzne kapıldığımız hazan sarısı hallerimiz, sonsuza uğurlayanlarımızın hiç aklından çıkmayacak cansız kar beyaz tenimiz…
Tüm zamanlarımızda, yüzümüzün renginden ziyade gönlümüzün rengi hep gökkuşağı misali olsun dilerim çünkü yaşam devam ettikçe, ansızın, yağmur boşalır, dolu vurur, rüzgar eser kırıldı sandığın anda tüm dalların, kararınca gökyüzü korkarsın. Aniden gün açar mavi göğe hayran olursun. Tüm renkleriyle senindir hayatın, izin verme sakın, uçurma sımsıkı tutun umuda…