Toplum olarak psikolojik bir savaş verdiğimiz aşikar. Pandemi süreci sanki bu durumu daha da netleştirdi. Gizlenmiş duygular, sakladığımız öfkemiz, beslediğimiz kinimiz gün yüzüne çıktı. Bir de üstüne alım gücünün azalması bizi olmadığımız kişi ya da tam olarak olduğumuz kişiyi görünür kıldı.
Hiddet şiddeti doğurdu insanlığa cahil cesareti kazandırdı bu süreç âdeta…
Ve bir sürü soruyu beraberinde getirdi.
Gecenin en karanlığında, karanlığa bürünmüş düşüncesiyle savunmasız bir kadını neden öldürmek ister bir insan ?
Boşanma aşamasındaki kadın, boşanmış kadın, ayrılmış sevgili, eski nişanlı, üç çocuklu anne, kolunda altın bileziği olan nine… Hepsi KADIN. Bu filmde ölenlerin hepsi KADIN, öldürenler hep erkek. Neden ?
Bu caniliğin bu vahşetin bir sonu var mı?
Varsa hangi zaman hangi çağ?
Oraya gitmeli oraya ışınlanmalı…
Yoksa yok mu?
İnsanoğlu kendi nefsini nasıl terbiye etmeli?
Bir anne bir oğlan çocuğunu nasıl eğitmeli?
Hatta en önemli soru.
Bir kadın kendini nasıl büyütmeli nasıl egitmeli? Her sorunun asıl nedeni kendimizi nasıl eğittiğimiz degil midir ?
Biz bu zincirin bir halkası isek ve bu halkalar bir bakıştan, bir temastan, bir duruştan,bir düşünceden etkilenebiliyorsa değişime ve eğitime kendimizden başlamamız gerekmiyor mu?
Belki kendi ellerimizle yetiştiriyoruzdur bu canavarları farkında değilizdir . Cinsiyet ayrımını ta küçük yaşta o taze beyinlere işleyen geleneksel yapımız, törelerimiz, adetlerimiz değil midir? Evimizin içindeki yaşama biçimimiz, empoze ettiğimiz hayata bakışımız değil midir? Oğlan çocuklarına sünnet düğünü yapıp, kız çocukların kadınlığa erişimini ayıp kılan zihniyet değil midir yanlış olan?
Kız çocukları erkek çocuklarıyla aynı yerde oturamaz, aynı odada kalamaz, aynı havayı soluyamaz diyen bir düşünce yapısı; kız çocuğunu erkek çocuğuna, erkek çocuğunu kız çocuğuna meraklı bırakmaz mı? Merak uyandırdığınız yasakladığınız her şeyin bir cazibesi olduğunu düşünürsek bu cazibeye zaaf yaratmış olmuyor mu bu yasaklar?
İnsanı mıknatıs gibi kendine çeken bu yasaklar, yasaklarla birlikte gelen korkular çocukların gelişiminde çok büyük sorun teşkil ediyor. Daha güvenli bir dünya için özgürlüğünden vazgeçmiş bireyler yetiştiriyoruz. Bu yasaklar bu korkular yetişkin bir hâl alan insanı “potansiyel tehlike” olarak toplumun kalbine bırakıyor. Merak ettiğine açlık duyuyor, korktuğuna erişmek için yanlış eylemlerde bulunuyor . Öldürüyor, tecavüz ediyor, taciz ediyor ve bunları kendine hak görüyor.
Sonra…
Bizi kurtamak için bir sözleşmeye muhtaç kalıyoruz. Kendi özgürlüğümüzü kendi güvenliğimizi bir başkasının insiyatifine bırakmış oluyoruz. “Daha ne kadar öleceğiz” diye haykırıyoruz. Biz ölürken onlar izliyorlar farkında mısınız? İstanbul Sözleşmesine kayıtsın kalan bir zihniyetin altında hayat bulmaya çalışan, gözleri kör dilleri lâl olmuş ortak aklın hükmündekiler; toplumun çıkarlarını görmezden gelip faydalı olabilecek her kararı ellerinin tersiyle itiyorlar.
Neden?
Çünkü bu fırsatı onlara biz veriyoruz. Kendimizi eğitmiyoruz çağdaş bir toplum olmak yerine daha gerici daha baskıcı daha kapalı bir toplum olmakta ısrar ediyoruz . Erkek egemen bir toplumda kadının yerini korumak, kadınını haklarını savunmak, baş kaldırmak … zorunda olduğumuz her durum için bir parça kendimizi suçlamalı kendimizde kusur aramalıyız .
Not: Geleceğimizi inşaa eden kadınların daha sağlıklı birer ebeveyn olmaları için Kadın Üniversiteleri kurulmalı ve bunun için elimizden ne geliyorsa bir an önce yapmalıyız…