(BİR TANRININ UMUTSUZ AŞKI)
Oceanus ve Tethys’in oğlu olan Deniz Tanrısı Peneus’un güzeller güzeli Nymphe yani su perisi kızı Daphne bütün gün şarkılarıyla nehir kenarında dolaşmaktan, oradaki hayvanlarla vakit geçirmekten çok hoşlanıyordu. Saçlarından yayılan mis gibi bir koku, dillere destan bir güzelliği olmasına rağmen Artemis tapınağına ettiği yemin nedeniyle yalnızdı. O mağrur ve idealleri olan, bekaret yemini etmiş bir su perisiydi…
Kendisi de bilemezdi ki, bir gün çıkagelsin ve Apollon gibi bir tanrının aşkına maruz kalsın… Üstelik de kendisine bekaret yemini etmiş olduğu Artemis’in ikiz kardeşi olan Apollon… Olacak şey değildi! Hem zaten bunun için yalnızlığı seçmemiş miydi? O tanrılarla yaşanacak her türlü ilişkinin kötü olduğunu iyi bilirdi. Babasının koruması altındaki nehirden de çok uzaklaşmazdı…
Apollon ise ışığını bulmuş gibiydi. Gördüğü anda Daphne’ye aşık olmuş ve kendince sonsuz yaşamın sırrını çözmüştü. Bu büyük aşk onundu, onun olmalıydı. O güzel peri kızının saçlarını okşamalı, narin bedenine sahip olmalıydı. Bir tanrı olarak bu onun hakkıydı! Sanki avı olacak ceylanı görmüş ve önce yavaşça onu takip etmeye, sonrasındaysa onu yakalayıp kollarına almak için hızla ona yaklaşmaya başlamıştı.
Daphne kendisine doğru gelen Apollon’u gördüğünde kaçmaya çalışmıştı ama Apollon, Zeus’un oğlu Işık Tanrısı Apollon savaşçı ve güçlüydü. Ondan koşarak kaçmak neredeyse imkansızdı ve artık daha fazla koşamayacağını anlayan Daphne ayağıyla nehrin kenarındaki toprağı eşelemeye başladı. Bir yandan da Toprak Ana Gaia’ya yalvarıyordu.
‘’Ey toprak ana, canım Gaia, beni ört ve sakla!’’
Daphne’nin yakarışına anında cevap veren toprak ana onu bir anda durduğu nehrin kıyısında bir ağaca dönüştürmeye başlamıştı. Ayakları ağacın köküne, vücudu ise gri bir ağaç kabuğuna dönüşmeye başlayan Daphne’nin mis kokulu saçları ise bütün yıl koku yayan ender ağaçlardan biri olan Defne ağacının yaprakları olmuştu artık.
Büyük aşkının, ışığının bedenine dokunamamış olan Apollon ise artık karşısında cansızmış gibi sabit duran ağacın gövdesine sarılıp, yapraklarından saçlarına taç yaptı ve Antik Yunan’da bundan böyle galibiyetle elde edilmiş her ölümsüzlüğü, her erdemi ve idealleri ve idealistleri temsil etmesi için yaz kış yeşil olan defne yapraklarından baştacı takılmasını istedi. Değerli insanlar, kahramanlar ve sanatçılar bundan böyle defne yapraklarından taç takmaya başladılar. O artık Apollon’a adanmış olan bir ağaçtı.
Daphne ise ağladı… Bir daha kırlarda bir ceylan misali koşamayacak, şarkılar söyleyip nehrin sularında yalınayak yürüyemeyecekti. Gözyaşları nehre akan bir şelaleydi artık. Onun gözyaşları Asi nehrine akmakta olan Harbiye şelalesiydi…
Zamanla şelalenin suları taşları öğüttü ve Antakya Harbiye’deki şelalenin içinden çıkarılan Siyah Serpantin taşlarına ve o taşlar da halkın eliyle oyduğu minik Daphne ya da Apollon suretlerine dönüştüler. Onlar artık aşkın farklı bir yansıması, unutulmaya yüz tutmuş bir hikayenin kahramanları olarak, Antakya Mozaik Müzesi’nde, daha önce yapılan kazılarda bulunmuş olan harikulade bir mozaikten ibaretler.